Son zamanlarda haber bültenlerinde en sık duyduğumuz cümle: "Yakalanan zanlının suç dosyası kabarık çıktı..."
Adam tacizden yakalanıp karakola götürülüyor. Anlaşılıyor ki daha önce hem benzer suçlar işlemiş, hem de soygundan gaspa kadar türlü belaya bulaşmış. Sonuç: Adli kontrol şartıyla serbest... Yani her gün karakola gelip imza veriyor ama icraatlarına (!) devam edebiliyor.
Beriki küçük çocuklara taciz suçuyla hapiste yatmış. Çıktığı gün parkta küçük çocuklara sarkıntılık ederken yakalanmış... E ne bekliyordunuz ki? Mahalleli, hırsızı yakalayıp polise teslim etmiş. Görülmüş ki sicilinde 24 hırsızlık suçu daha var...
Yahu bu serseri mayınların hâlâ aramızda elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor olması hangi hukuk ve adalet anlayışıyla açıklanabilir? Belli ki sapıklıkları tescilli. Yerleri hapishane ya da sokak değil, direkt akıl hastanesi olmalı. Oradan çıktıktan sonra da sağlığına kavuştuğu tam olarak kanıtlanana kadar gözetim altında tutulmalı. Peki ya 24 kere hırsızlık yapan birini 25'inci hırsızlığında yakalayıp, birkaç aylığına hapse atmak onu ne kadar ıslah eder ki?
"Suç dosyası kabarık çıktı..." Pöh!.. Bir kişinin tamamen toplumdan tecrit edilmesi için o suçu kaç kez işlemesi gerekiyor? 100 mü, 150 mi, 200 mü?.. Biri bana bu konuda bir kriter, bir ölçüt, bir tarife sunabilir mi lütfen?
Kılıç balığı gözünden ölür
Beni ekran başından alıp, çocukluğuma götüren haberin sahibi yine atv muhabiri Altay Altuğ oldu. Pazar günü Kahvaltı Haberleri için Gökçeada'da kılıç balığı avcılarının teknesindeydi. Altay onlarla birlikte avlanırken, ben de 7-8 yaşlarıma, Marmara Adası'na döndüm...
Kılıç balığı avcılığı çok sabır ve maharet ister. Teknelerin önüne uzatılan platformların üzerinde, ipe bağlı zıpkınıyla bir nişancı durur. Balığın yüzgecini suyun üzerinde görünce, tekneyi oraya yaklaştırır. İsabet şansı ise beşte birdir. Çünkü kılıç balığı da nasıl avlandığını bilir, tecrübelidir.
Benim zamanımdaki kılıç balıkları çok daha iriydi. İstanbul'a gönderilmek için iskeleye dizildiklerinde yanından geçecek yer kalmazdı. Bir de... Yaşlı balıkçılar söylemişti, "Kılıç balığı ölürken gözüne bakılmaz" diye... Çocuğuz ya, her yasak ayrı bir cazibe... Zıpkınlandıktan sonra tekneye çekilen kılıç balığının gözüne dikkatle baktım bir gün. Ve o bakışı asla unutamadım. Meğer kılıç balığı gerçekten de gözünden ölürmüş...
Haber dönüşü sunucu dostum İbrahim Sadri, şair Halim Şefik'in Kılıç Balığının Öyküsü şiirini hatırlattı:
KILIÇ BALIĞININ ÖYKÜSÜ
Bu bir kılıç balığının öyküsü
Yazılmasa da olurdu
Ama bizi yeni sulara götürecek akıntı durdu
Uskumrunun arkasından gidiyorduk
Sürünün içinde ben de vardım
Sırtımda bir zıpkın yarası
Mutlu olmasına mutluydum
Nedense gitmiyordu
Kulağımdan bir türlü o ağ var sesleri
Denizkızı girmiş düşünceme ben iflah olmam
Dalyanları birbirine katmak orkinosların harcı
Dolanınca çok geçmeden küserim
Bir çocuk bile çeker sandala beni
Bu kadar ağır olmasam
Beni böyle koşturan yaşama sevinci
Kanal boyunca, bir o yana bir bu yana
Siz yok musunuz siz, derya kuzuları
Kestim kılıcımla karanlığın dibini
Yakamoz içinde bıraktığım suları
Ah hayırsız gecelerde olur ne olursa
Sırtımda bir zıpkın yarası
Atın beni mor kuşaklı bir takaya götürün
İri gözlerimde keder, kılıcımda hüzün...
Gaf'let kürsüsü
Rus devlet televizyonu Rossiye-1 kanalındaki 60 Dakika programında konuşan milletvekili Oleg Mozorov'un önerisi pes dedirtti: "Bir NATO savunma bakanını kaçırıp konuşturarak, batının Kiev'e verdiği emirleri öğrenelim."
Zap'tiye
Neyse, Johnny Depp, Esra Erol'luk olmadan Amber Heard'den tazminatı kopardı.
Ne demiş?
Esra Erol'a katılan dertli koca Miraç'ın söyledikleri, akıl uçuracak cinstendi: "Karım benden sürekli ellerim cebimde dolaşmamı istiyor."