Bu sütunlarda Ali Atıf Bir'in ekrandaki duruşunu sıkça eleştirdim. Nedeni; bir iletişim profesörünün en önemli kitle iletişim aracının orta yerinde yaptığı iletişim kazalarıydı. Stüdyo 4 programında Seray Sever, bir fincan kahveyi hocamızın yüzüne boca edince otomobil hepten yoldan çıktı. Ali Atıf Bir, Bahçeşehir Üniversitesi'ndeki dekanlık görevini kaybetti. Bu kazayı öngörmüş ama engel olamamıştım... Peki kaza neydi? Kaza, iletişim profesörünün kendisini ifade edememesiydi. Olayın bir şov mu, kurmaca mı, anında gelişen bir reaksiyon mu olduğu bilinemedi. Yani izleyiciye doğru olarak iletilemedi... Bir hafta sonraki Stüdyo 4'te konunun "canlandırma" olduğu uzun uzun anlatılmak zorunda kalındı! Ali Atıf Bir'in televizyonda nasıl görünmek ve algılanmak istediği onu bağlar. Ama ortaya çıkan sakil görüntüden üniversitesi de sorumlu olur. İşte "kaza" burada meydana geldi. Ali Atıf Bir ne yapmak istediğini kendi üniversitesinin yöneticilerine bile doğru şekilde anlatamadı. Belki yerli Patch Adams olmaya soyunmuştu. Ama doğru iletişim kanalını bir türlü bulamadığı için beceremedi... Aynı hatayı bir süre önce büyük bir gazetedeki köşesini kaybederken de yaşamıştı. Ayrıca hocanın rol aldığı "Ah Polis Olsam" dizisi sözde polis ile halk arasında köprü kurmayı, polise sempati kazandırmayı hedefliyordu. Ama gelin görün ki; bir avuç aptal, sakar, cahil insan, polislerin beceremediği işleri yapıyor, zaferler kazanıyor, kahraman oluyor ve ortaya emniyet teşkilatını güç durumda bırakacak "Sakarlar ve aptallar da polis olabilir" gibi saçma bir mesaj çıkıyordu. Bir iletişim profesörü eğer bu kadar sık iletişim kazası yaparsa, ehliyetini elinden alırlar...