Tel Abyad kentinin düşmesi, akabinde Kobani'ye yapılan saldırı ve büyük insan kaybı, onu takip eden günlerde Tunus'ta Souss kenti katliamı ve Fransa'da gerçekleşen terör saldırısı, Suriye trajedisinin yalnızca bölgesel bir sorun olmadığını tüm dünya kamuoyuna açıkça gösterdi.
Türkiye, yıllardır güney sınırındaki insan trajedisine olanaklarını sonuna dek kullanarak engel olmaya çalışıyor. "Açık sınır" uygulamasıyla iki milyona yakın kişinin hayatı kurtuldu ve insancıl koşullarda yaşamlarını sürdürebilmeleri sağlandı. Yıllık 1 milyar dolar mertebesinde destek verilen sığınmacı kamplarında çeyrek milyon insan yaşıyor. Suriye'deki inanılmaz kanlı iç savaş durdurulmadığı için, her yeni gün yeni bir sığınmacı akını gerçekleşebiliyor. Tüm Suriye'den ve IŞİD'in işgalindeki Irak bölgelerinden her türlü kökenden on binlerce insan, her ay Türkiye'ye sığınıyor. Araplar, Kürtler, Ermeniler, Yezidiler, Keldaniler her şeylerini yitirmiş olarak Türkiye topraklarına erişmeye çalışıyorlar. Bunun da ötesinde, sınırın öteki tarafında yaşanan çarpışmalarda yaralananların tedavileri Türkiye'deki hastanelerde yapılıyor.
Suriye savaşının başından bu yana, Türkiye'nin dış siyaseti Beşar Esed'ın iktidardan ayrılması ve Suriye'nin bütünlüğünün muhafaza edilmesi parametreleri üzerine kuruldu. Bugün hâlâ Esed, yönetemediği bir ülkenin, hayatiyetini yitirmiş rejiminin başında ve iktidarı bırakmış değil. Osmanlı döneminin en önemli, en müreffeh eyaletlerini barındıran Suriye ise devasa bir felaket sahnesine dönüşmüş bulunuyor. Olabilecek bütün toplumsal farklılıklar kanlı çatışmalar haline geldi ve kimin kiminle, neden savaştığı anlaşılamayacak kadar karmaşık bir durum söz konusu. Türkiye'nin Suriye siyasetinin temel parametreleri ortadan kalktığında, nasıl trajik bir sonuca varılacağı da böylelikle ortaya çıkmış bulunuyor.
Son dönemde, artık ülkeyi yönetme yeteneği hiç kalmamış olan Baas rejimi ve lideri Esed, ülkede savaşan güçleri, birbirine karşı kullanma yöntemini benimsedi. Önce Rojava ve çevresinde bulunan birliklerini, PYD'ye karşı kullanmama kararı alarak PYD'nin Kuzey'de kendisine önemli bir egemenlik alanı sağlamasına yol açtı. Daha sonra, PYD ile savaşan IŞİD'in mevzi kaybetmesinin, Suriye'nin kuzey batı bölümünü tutan Özgür Suriye Ordusu'nu güçlendirilebileceği hesabıyla, Halep'in kuzeyinde IŞİD'e destek olmaya başladı. Bu taktik adımların her biri, uzun vadede hiçbir sonuç vermeyecek, ancak kısa vadede binlerce insanın hayatına mal olacak caniyane girişimler olarak Türkiye'yi tehdit ediyor. Özellikle de Cerablus'ta yuvalanmış IŞİD güçleri, çok daha az savaşma gücüne sahip Özgür Suriye Ordusu'na saldırırlarsa, bugüne kadar aldığımız toplam sığınmacı nüfusuna yakın bir kitlenin Türkiye'ye gelmesi kaçınılmaz gibi duruyor.
Türkiye ile ABD, bu son derece karmaşık durumda, giderek daha fazla işbirliği ve istişare içindeler. Uygulanacak taktik konusundaki görüş farklılıklarına rağmen, Esed'in iktidarda kalması, IŞİD'in ilerlemesi ve yeni mevziler kazanması, bölgede kimsenin göğüsleyemeyeceği yeni felaketlere yol açabilir. Tunus'ta 30 vatandaşını IŞİD adına yapılan bir suikastta kaybeden İngiltere, Esed'i güçlendirmeyecek her türlü hava harekâtını göze alabileceğini beyan etti. Türkiye, iki zırhlı tugay ile hava kuvvetlerini hazırda tutuyor, gelebilecek bir saldırı için teyakkuzda, ancak bir "tampon bölge" oluşturulması önerisi şimdilik ciddi biçimde gündeme gelmiş değil.
Suriye'deki çeşitli güçlerin çarpışmaları içinde, PYD'nin bir "fütuhat" üslubuna sarılması, HDP'nin de bu heyecana ortak olması, Suriye halklarının geleceği açısından, Suriye'nin bütünlüğü açısından hiç iyi işaretler değil, ayrıca Esed'in iktidarda kalma arzularına da destek veriyor. Kürt siyasi hareketinin, bugünü değil yakın geleceği düşünerek tavır alması, Suriye'de yaşanan büyük felaketin bir an önce durdurulabilmesi açısından çok önemli bir aşamayı teşkil edecek, ne kadar erken gerçekleşirse o kadar az insan hayatı kaybedilir.