Dış siyasette, belki soğuk savaş sonrası en dinamik, ne heyecanlı ve yoğun dönemden geçiyoruz. Türkiye'nin dört yanında da, son derece gergin siyasi ve ekonomik bir ortam var. Yunanistan, artık bir gerilim hikâyesine dönüşen pazarlık sürecini bitiremiyor. Haziran sonu itibariyle, eğer AB ülkeleri, IMF ve Avrupa Merkez Bankası onay vermezse, ne IMF borcunun taksitini ödeyebilecek ne de Yunan devleti maaşları ödeyebilecek. Tsipras hükümetini iyice hizaya getirmek isteyen ve Merkel'in temsil ettiği anlayış, AB içinde derin bir krizin patlamasına neden olacak gibi duruyor.
AB içinde, mülteci sorunu da ayrı bir gerilim yarattı. Toplam 60.000 sığınmacı almayı hedefleyen 28 AB ülkesi, bu sığınmacıların 40 binini Afrika'dan, 20 binini de Suriye'den kabul edecek. Son IŞİD saldırılarından kaçarak Türkiye'ye sığınan Suriyeli Kürt mültecilerin sayısı, bundan 10 gün önce 23 bin olmuştu. AB'de bu sığınmacıların her ülkeye dağıtılmaları için bir kota sistemi uygulanmak istendi, yakın geçmişte üye olan merkez ve Doğu Avrupa ülkeleri büyük infial gösterdiler ve hiçbir sığınmacı istemediklerini ortaya koydular. Batı Avrupa'da medya aracılığıyla "yakın zamana kadar Sosyalist sistemden kaçanları biz sığınmacı olarak kabul ediyorduk" türünde ciddi bir tepki geldi. Sadece 60.000 kişinin yarım milyar nüfusu olan ve dünyanın en yüksek kişi başına milli geliri bulunan ülkelere dağıtılmasında yaşanan sorunlar, Türkiye'nin sığınmacı politikasının yüksek insani değerini ve önemli işlevini gösteriyor.
Acaba biz Türkiye'nin, özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iradesi ve tavrıyla, iki milyondan fazla sığınmacının insan onuruna uygun koşullarda misafir edilmesini duyurabildik mi? Bu sorunun yanıtı, kocaman bir hayır. Sadece son bir ayda neleri tartıştığımıza, ne kadar anlamsız sorunlar için devletin en yüksek mevkilerini itham ettiğimize bakarsak, neden dış basının Türkiye'de yapılan önemli işleri göremediğini de anlayabiliriz.
Burada belki bir ayrım yapmak gerekiyor: yurtiçinde ve yurtdışında, paralel güdümlü medya organları ve kuruluşlar, Türkiye'de olan biten her ne varsa, son derece olumsuz ve çarpıtılmış biçimde yansıtmak için çaba gösteriyor. Dış güçlerin Türkiye'yi hizaya getirme çabalarına alet oluyorlar. Bu başka bir mücadele, paralel olan, devlet içinde devlet kurmaya çalışan örgütlerle ve dış destekçileriyle mücadelenin ne kadar yaşamsal, ne kadar önemli olduğunu Türkiye'de muhalefetin de anlayacağı günler geldiğinde, bu bir milli mücadeleye dönüşecek. Ancak bu kurum ve kalemlerin hedefleri Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı yok etmek; onlardan Türkiye'nin insancıl tavrını ve büyük fedakârlığını yansıtmaları beklenemez.
Bu örgütlenmeyle ilgisi olmayan, ancak muhalif iç ve dış medya temsilcileri ve yapılarının da, Türkiye içindeki anlamsız siyasi itişmeden başlarını kaldırıp sınırda neler olduğunu objektif biçimde anlamaya çalışması gerekiyor. Demokratik bir ülkenin Cumhurbaşkanı, çalışma yemeği verdiği zaman kullanılan masanın sunta parçalarının kaç paraya mal olduğunu basına anlatmak zorunda kalırsa, o ülkede ciddi konularda milli bir mutabakat sağlamak mümkün olmaz.
Kürt siyasi hareketince bir sembol haline getirilmek istenen Kobane ve Tel Abyad çevresi, son dönemde şiddetli çarpışmalara sahne oldu. Hava üstünlüğü sayesinde, YPG güçleri (PKK ile organik bağ içindeler), IŞİD militanlarını yöreden püskürtmeyi başardı. Gerek Kobane, gerek Tel Abyad muharebeleri, YPG tarafından Türkiye'nin pasif desteği olmaksızın kazanılamazdı. Kendi toprakları üzerinden Kuzey Irak peşmergelerinin geçmesine izin veren gene Türkiye oldu. İki gün önce, IŞİD militanlarınca gerçekleştirilen büyük bir saldırı sonucu Kobane'de iki yüze yakın sivil hayatını kaybetti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, olabilecek en sert terimlerle saldırıyı lanetledi.
Ama HDP için bu yeterli olmadı. Tamamen teyit edilmesi mümkün olmayan propagandayı hemen ortaya sürerek, saldırganların Türkiye'den geldikleri gibi bir iddia ortaya atıldı. Türkiye hükümetinden bunun aksini "ispat" etmesi istendi.
Böyle bir ülkede, dört yanı yangın yerine dönmüşken istikrarını muhafaza eden demokratik bir rejimde, böylesi bir siyaset uygulanırsa, ne ulusal mutabakat olur, ne dış siyasette sağlam atılan adımlar dış dünyaya yansıtılabilir. Bu süreci Cumhurbaşkanı sırtında taşıyor, izan sahibi herkesin Cumhurbaşkanı'nın bu çabasına destek vermesi gereklidir.