Gabriel Garcia Marquez, Kırmızı Pazartesi adlı romanında kasabada herkesin önceden bildiği, ancak durdurmak için hiçbir şey yapmadığı bir cinayeti konu alır. Roman, cinayetin işlendiği andan başlayarak geçmişe doğru gider. Yazarın dehası, son ana, son sayfaya kadar, herkesin bildiği sonun gerçekleşmeyeceğini okurlara düşündürmek, zannettirmek, istetmek hedefinde başarılı olmasındadır.
Edebiyatta bir başyapıt olan bu tür bir kurgu, gündelik hayatta, uluslararası ilişkiler düzeyinde gerçekleşirse, ciddi bir felaketle sonuçlanır. Yunanistan ile adına artık "Avrupa Kurumları" dediğimiz Troika arasındaki pazarlıklar, bu tür bir önceden haber verilen cinayetin gerçekleşmesine benziyor. Aradaki temel fark, Kırmızı Pazartesi kitabında hayatını kaybeden Santiago Nasar bir roman karakteri, oysa Yunanistan'da bütün bir toplum, geleceğini ve onurunu kaybetmekle karşı karşıya kalmış durumda.
Yunanistan'ın borç ödeme takvimi, on yıllardır çeşitli Yunan hükümetlerinin isteksizliği ve kötü yönetiminden sıdkı sıyrılan AB ülkelerinin bir anlamda bekledikleri cezalandırma fırsatı oldu. Euro alanına girmek için ulusal muhasebe hesaplarını tahrif eden Simitis hükümeti, bu tahrifat anlaşıldığında hiçbir kovuşturmaya ya da karşı tedbire maruz kalmadı. Çünkü kişilerden farklı olarak, bir devleti AB içinde yaptığı yasa dışı eylemden dolayı para birliğinden atarak cezalandıramazsınız. AB'yi kuran ve geliştiren kişiler, hiçbir dönemde böylesi bir operasyonu gerçekleştirebilecek bir demokratik düzen olmayacağını düşünerek, bu konuda tedbir almamışlardı. Ancak Yunanistan'da, iktidarlar değişse de AB'yi bir şekilde oyalama politikası değişmediğinden, Yunanistan hiç hazır olmadığı bir para birliğine girmeyi başardı.
Bu aşamada, Yunan hükümetleri, tarihlerinde hiçbir zaman görmedikleri bir güçlü paraya ve olağanüstü ehven borçlanma imkânlarına kavuştular. Bu imkânlar çok kötü kullanıldı, ulusal muhasebe hesaplarının da tahrif edilerek bütçe açığının saklanması olanaksız hale gelince, 2010'da büyük bir kriz patladı.
Bu kriz, AB tarafından çok ciddi bir telaşla karşılandı. Krizin İrlanda, Portekiz, İspanya hatta İtalya'ya sıçraması ihtimali Brüksel'de ve AB başkentlerinde bir panik havası estirdi. Hem dev bir fon oluşturuldu, hem de Yunanistan çok sıkı bir kemer sıkma politikasına uymaya mecbur edildi. Bu kemer sıkma politikasını referanduma götürmek isteyen dönemin başbakanı Yorgo Papandreu istifaya zorlandı, seçimler düzenlendi ve sağ partiler hükümeti iktidara geldi. Yalnız, kemer sıkma politikası uygulandığı sürece, Yunanistan'ın borcu milli hasılanın % 115'inden % 170'ine çıktı. İşsizlik % 25'e tırmandı, gençlerde işsizlik ise neredeyse iki kişiden birini etkiliyor. Beş yıldır kemer sıkan fakat reformlardan ve borç ödeme politikasından fayda görmeyen Yunan halkı, son seçimde popülist söylemiyle yığınları sürükleyen Tsipras'ı Başbakan seçti.
Tsipras, Yunanlılara tutamayacağı bir söz verdi ve hem euro bölgesinde kalacaklarını, hem de hafiflemiş bir borç ödeme programını pazarlıklar sonu elde edebileceğini vaat etti. AB yetkilileri, büyük ölçüde Tsipras türü bir popülist politikaya prim vermemek için geri adım atmadılar ve olaylar en sonunda kontrolden çıktı. Yunanistan, 30 Haziran itibarıyla IMF borcunu ödeyemeyerek temerrüde düştü. Buna karşı, 5 Temmuz'da bir referandum düzenlenecek ve Yunan halkına kemer sıkma politikasına devam edip etmeme konusundaki görüşü sorulacak. Neresinden bakılırsa bakılsın, çok büyük siyasi fiyasko, ardından da devasa bir ekonomik ve finansal kriz gelebilir. Tsipras'ın popülist politikaları kadar, AB'nin kısa vadeli düşünmesi de, başta Angela Merkel olmak üzere siyasi liderlerin çok ciddiye almaları gereken bir konu haline geldi.
Türkiye, gerek Başbakan, gerek Dışişleri Bakanı aracılığıyla destek mesajları veriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, defalarca diyalog kapısını sonuna dek açtı. Ancak Yunanistan'da bu sesleri duyacak siyasi bir liderlik yok. Siyasetçi, kendisini zor durumlarda gösterir. Yunanistan, işlerini yoluna koymadan Türkiye ile işbirliğinden kaçma ve hasım tavrı alma politikasından ne kadar erken vazgeçerse, Yunan halkı için de, bölgenin dirliği ve geleceği için de o kadar iyi olacaktır.