Syriza, Yunanistan'da beklendiği gibi parlamento seçimlerini kazandı. Mutlak çoğunluk sağlayamamış olsa bile, iki sandalye farkla meclis aritmetiğinde salt çoğunluğa yakın bir grup kurabildiği için, hükümeti kurması da zor olmadı. Beş yılı aşan süredir kemer sıkan, devletten gelir elde etmeye alışık olduğu için kamu harcamaları kısılınca işsiz ve geleceksiz kalan geniş kesimler, çok ciddi bir tepki oyu vererek Aleksis Çipras'ı başbakanlığa taşıdı.
Bu AB yöneticileri için iyi bir haber değil. Avrupa Merkez Bankası (AMB), Yunanistan seçimlerinden birkaç gün önce, para yaratarak büyümeyi destekleme ve bankacılık sistemi aracılığıyla tüketimi teşvik etmeyi hedeflediğini açıkladı.
Şimdi yeni kurulan Yunan hükümeti, her ne kadar Troika ile görüşmeyi reddetse de, Avrupa Komisyonu ve AMB ile görüşmeyi reddedemez, çünkü Yunanistan hem AB üyesi, hem de Euro kullanıyor. AMB ise, zaten Yunan Hazine Tahvillerinin bir kısmını "ödenemez" olarak sineye çekmeye mecbur kalan bir Avrupa bankacılık sektörüne, Aleksis Çipras'ın istediği gibi yeni bir "borç indirimi" teklifiyle gelirse, tüm AB Euro bölgesi ekonomisini çok olumsuz etkiler.
Bir anlamda, AMB, aldığı kararla Syriza'nın istediği programı uygulama olanağını baştan yok etti. Geriye, Çipras'ın telaffuz ettiği "moratoryum", yani belli bir süre borçların ödenmesinin dondurulması seçeneği kalıyor. Çipras da, muhtemelen bu teklif üzerinde ısrarcı olmayı hedeflediği için, hükümeti AB yanlısı Potami partisiyle değil, kemer sıkma politikasına baştan karşı olan Bağımsız Yunanlılar partisiyle kurdu.
Sadece borç ödemelerinin ertelenmesi, hafifletilmesi ya da dondurulması, Yunan ekonomisinin ciddi biçimde düzelmesini de sağlamaktan uzak gözüküyor. Bu nedenle, yeni finansmana ihtiyaç var. Bu finansmanın, Syriza yaklaşık 11-12 milyar Euro mertebesinde olacağını öngörüyor. Yaklaşık 6 milyar Euro, çeşitli AB fonlarından tedarik edilirse, 3 milyar Euro'nun da Yunanistan'da vergilendirilecek büyük servetlerden elde edileceği hesaplanıyor.
Geriye kalan miktarın nereden bulunacağını da kimse bilmiyor. Çok basit hesaplarla bile, ihraç ettiğinin dört katı değerde mal ithal eden, istihdam yaratamayan ve çevre ekonomilerle bütünleşmeyen bir Yunan ekonomisinin kısa vadede ayağa kalkması mümkün görünmüyor.
Nobel ödüllü ekonomist Paul Krugman, Troika'nın Yunanistan'a uygulattığı kemer sıkma siyasetinin gerçek bir başarısızlık ve mantıksızlık olduğunu en baştan beri savunanlardan olmuştu. Şimdi ise, Syriza türü bir krizden çıkış stratejisinin, sadece kısa bir süre sosyal gerilimi hafifleteceğini, ancak uzun vadede ekonominin düzelemeyeceğini öne sürüyor.
Çipras'ın değil çok radikal, yeteri kadar bile radikal olmadığını, Euro'dan çıkmayan bir Yunan ekonomisinin düzelmesinin zor olduğunu, ancak Yunan halkının Euro'yu bırakmaya hazır olmadığını yazıyor.
Yunanistan örneği, bir ülkenin ekonomik gelişmesinin Merkez Bankası ya da uluslararası finans kurumları aracılığıyla kurgulandığı zaman, nasıl bir kâbusa dönüşebileceğinin son derece üzücü örneği olarak karşımızda duruyor. Bir ülkenin ekonomik geleceği, seçmene karşı sorumlu olan, halk desteğini sağlayan siyasi iktidarın yönetmesiyle belirlenir.
Ne özerk kurumlarla, ne de uluslararası finans kuruluşlarıyla kimsenin halkına refah, büyüme ve istihdam götüremediği bugüne dek çok sayıda örnekte görüldü. Bunlara rağmen, özellikle iç basında ve iş dünyasında, IMF ile yeni anlaşma yapmayan dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın nasıl eleştirildiği hatırlardadır. IMF ile anlaşma yapmamanın da Türk ekonomisinde yarattığı olumlu etki gene hatırlardadır. Şimdilerde ise, Merkez Bankası ile faiz hadleri konusunda hemfikir olmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan gene eleştiriliyor. Bu eleştirileri yapanların, Yunanistan'ın ekonomik reform felaketi örneğine bir kez daha bakmaları çok öğretici olacaktır.