Parlamenter siyasette, esas olan seçim sonuçları ve sandıktan iktidar olarak çıkma becerisidir. Bütün siyasi partiler, mümkünse tek başlarına, değilse koalisyonda iktidar ortaklığını hedefler. Bu anlamda, temel olarak bir siyasi hareket, geçmiş icraatı ve gelecek vizyonu ile seçmenden oy talep eder. Bu bir demokratik mücadeledir, kuralları, etik çerçevesi vardır. Siyasi partilerin bu mücadeleyi verecek kurumlar olması ne kadar doğal ve demokratikse, bu rekabetin koşullarına uyması da aynı biçimde demokrasinin iyi işlemesi açısından elzemdir. Kimi zaman, iktidar partisi, icraatı ve projeleriyle seçmen kitlesinin teveccühünü kazanır, nadiren bu teveccüh, her seçim döneminde artarak sürebilir. Ak Parti'nin 2002 seçimlerinden bu yana durumu, giderek artan bir seçmen desteğine sahip olmasıyla açıklanabilir. Diğer partilerin bu demokratik mücadelede hep muhalefette kalmaları, toplumda bazı mahfillerde başka mücadele biçimlerinden medet umma gibi bir durum yaratmış bulunuyor.
2014'te iki büyük seçimi kazanan AK Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, çok muhtemelen 2015'te yapılacak parlamento seçimlerinde de oyların yarısına ulaşan bir performans gösterecekler. Bunun demokratik parlamenter yollarla engellenmesi mümkün olmayınca, siyasette hangi ayak oyunları uygulanacak? Şu anda, AK Parti içinde bölünme ya da kafa karışıklığı yaratabileceğini düşündükleri tüm enstrümanları uygulamaya koyan bir yapı mevcut. Varlığına hâlâ inanmakta güçlük çekenler olsa da, Paralel yapı ayakta ve habasetten vazgeçmiyor.
17 ve 25 Aralık 2013 darbe girişimi sonuçsuz kaldı, ancak o dönem ortaya atılan iddialar, hâlâ sıcak tutularak toplumda büyük bir adaletsizlik algısı yaratılmaya çalışılıyor. Bunu yaparken de, büyük adaletsizlik gerçekleştirilerek, insanları mağdur ederek, aslında geniş halk kitlelerinin mağdur edildiği görüntüsü veriliyor. Dört bakan yolsuzluk ile itham edildi. Bir anda sosyal medyaya olmadık, kurgulanmış "deliller" sızdırıldı, önceden hazırlanmış iddianameler ile kovuşturma başlatıldı. İlk saldırı hukukun duvarına çarpıp, gerçek hukuk insanları, yargıç ve savcılar tarafından soruşturulduğunda, ortaya sunulan "delil" ve ithamların anlamsızlığı ortaya çıktı. "Suç" teşkil edecek hiçbir fiil bulunamadı. Bağımsız yargı takipsizlik kararı verdi. TBMM çerçevesinde kurulan Araştırma Komisyonu, Yüce Divan'a dört eski bakanı gönderecek hiçbir mesnet bulamadı ve gönderilmemesi için tavsiye kararı aldı. Şimdi bu karar, Meclis Genel Kurulu'nda görüşülecek ve onaylanacak.
Buraya kadar, her şey gayet berrak biçimde bakanların suçsuzluğuna ve ortaya atılan iddiaların mesnetsizliğine işaret ediyor. Ancak büyük bir kampanya yürütülerek milletvekillerinin ahlakı, vicdanı ve liyakati sorgulanıyor. Olmayan bir suça inanmaları ve Yüce Divan için oy vermeleri açısından büyük bir baskı var. Bu, çok bilinmedik bir yöntem değil. Seçimde galebe çalamadığınız partiyi, başka yöntemlerle bölmeye, ortadan kaldırmaya, erkini elinden almaya çalışırsınız. Darbe tezgâhlanabilir, Anayasa Mahkemesi kullanılarak parti kapatılmaya çalışılır. Cumhurbaşkanlığı seçimi suni gerekçelerle felç edilir, ülkede siyasi kriz yaratılır. Olmazsa Silahlı Kuvvetler içinde ayrılık yaratılır, kimin yazdığı belli olmayan elektronik muhtıralar ortaya çıkartılır. Bütün bunlar fayda etmezse, sosyal medyaya montaj ürünü ses kayıtları sızdırılır, yargı aracılığıyla saray darbesi gerçekleştirilmeye çalışılır. Bu da olmazsa, itham edilen fakat suçsuzluğu ortaya konmuş bakanlar üzerinden, siyasi parti grubu bölünmeye çalışılır. Salı günü gerçekleşecek oylama, 28 Şubat süreci benzeri bir senaryonun sahnelenmesi için çaresiz bir girişim. Bunun dışında hiçbir anlamı da yok. Bu şekilde okunması, anlaşılması ve değerlendirilmesi gerekiyor. TBMM'deki AK Parti grubunun her zamanki dirayetiyle sorunu bu şekilde anlayacağını, siyasi kriz beklentilerini boşa çıkaracağını hep beraber göreceğiz.