Putin'in ziyaretiyle ve yaptığı açıklamalarla iyice canlanan uluslararası gündem, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile bu hafta başında gerçekleştirdiğim görüşme notlarının önemini iyice artırdı. 2014'ün sonu ve 2015'in başları, Türkiye açısından çok önemli adımların atılacağı, uluslararası gündeme damgasını vurabileceği bir dönem olarak belirmeye başladı. Türkiye'nin dış siyaseti son dönemlerde, gerek iç, gerek dış medyada, belirli çevrelerce ve organlarca devamlı olarak, etik ve insaf sınırlarının dışına çıkılarak eleştirildi. Oysa Türkiye'nin dış siyasette oynadığı rolü, ciddi biçimde değerlendirmek için orta ve uzun vadeye bakmak gerekiyor. Eğer dünyanın bu bölgesinde, ekonomisi, demografik ve askeri ağırlığı, insani yardıma dayalı politikası olan bir Türkiye yerine, istikrarsız ve iç çatışmalarını aşamayan bir ülke olsaydı, bugün çok daha büyük uluslararası bir karmaşadan söz edecektik.
Türkiye'nin çok fazla eleştirilen "sıfır sorun" politikası, eğer karşınızdaki devlet ya da hükümet, sadece yarattığı sorunlardan besleniyorsa, kısa vadede sonuç veremez. Nitekim vermedi, ancak orta ve uzun vadede, Türkiye'nin ilkeli duruşu, hiç şüphesiz önemli bir istikrar ve çekim alanı yaratacaktır. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile görüşmemizde, bu dinamiklerin ve yaratılan istikrarın ilk işaretlerini ele almak fırsatı bulduk.
Papa Francis'in son derece önemli ve barış, insanlık, kardeşlik mesajlarıyla dolu ziyaretinin ardından, Türkiye, İspanya ile başlattığı "Medeniyetlerin Buluşması" projesini canlandırmayı hedefliyor. Papa'nın ayrılırken temenni ettiği "Ermeni sınırının açılması" esas olarak Dışişleri Bakanı'nca "güzel bir temenni" biçiminde değerlendirilmiş. Ne var ki, Türkiye sınırlarını açsa bir yandan, kapatsa diğer yandan eleştiri alıyor. Atılması gereken bütün adımlar Türkiye tarafından bekleniyor ve atıldığı zaman da yeterli bulunmuyor.
Bu yalnızca Ermenistan için değil, diğer komşular için de geçerli.
Mevlût Çavuşoğlu, 2015 için Çanakkale Savaşı'nın yüzüncü yıl anma törenlerinin 24 Nisan'a alındığını, Avustralya ve Y.Zelanda'dan dev bir katılımın beklendiğini, yetmişe yakın ülkeden devlet ya da hükümet başkanı davet edilerek, çok görkemli bir "evrensel barış" kutlaması düzenleneceğini açıkladı. Burada alınan tavır, hem insancıl hem de siyasi anlamda yeni bir bakış açısı oluşturmayı hedefliyor. Kısaca ifade etmek gerekirse, hükümet "büyük acılar üstüne de olsa, barış kurulabilir" yaklaşımını benimsemiş. Dünyada çeşitli ülke parlamentolarından uygulaması olmayacak kararlar çıkartmanın peşinde gitmek yerine, Ermenistan'ın ve uluslararası lobilerin Çanakkale örneğini görmeleri hedefleniyor. Türkiye'nin "insani yardım" konusunda yaptıklarının, mutlaka ulusal ve uluslararası medyaya daha iyi taşınması gerekiyor. Giderek, bu konudaki çarpıtmalar tarafsız gözlemcileri bile rahatsız eder duruma gelmiş bulunuyor. Sadece Kobani için 11 milyon dolar insani yardımı bir seferde gözden çıkaran, birkaç günde iki yüz bin kişiye kucak açan Türkiye'nin, bütün intihar saldırıları ve tehditlere rağmen insani yardım için sınırını açık tutmayı sürdürmesi çok önemli bir boyut. Bunun daha iyi değerlendirilmesi ve müttefiklerimizden destek bulması gerekiyor. Ayrıca Bakan Çavuşoğlu, Halep'te yeni bir trajedinin yaşanmasına yol açacak gelişmelere Türkiye olarak izin verilmeyeceğinin de altını çizdi. Güney sınırımızda, büyük sıkıntılar içindeki Suriye halkına olan destek ilkeli biçimde sürdürülüyor, bu konuda hükümetin tavrı sağlam ve tutarlı. Dış ilişkilerimizdeki gelişmeler, Çavuşoğlu'nun dirayetli ve sessiz yönetiminde önemli açılımların, kısa ve orta vadede ortaya çıktığını gösteriyor. Son NATO zirvesinde, başta ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin gösterdiği ilgi ve ikili görüşme olmak üzere, tüm NATO dışişleri bakanlarının Türkiye ile ikili görüşme yapmak istemesi, bu gelişmeyi doğrulayan bir örnek.