Başbakan Erdoğan, atv ve aHaber tarafından hazırlanan ve yayınlanan uzun bir haber programında gazetecilerin sorularına cevap verdi.
Çok sayıda gündem maddesi arasında, dış siyasetle ilgili önemli ipuçları da sorulara verdiği cevaplarda bulunuyordu.
Bu anlamda, son gelişmeler ışığında Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin ile görüşmelerinden bazı kesitler aktardı. Yazılarımızda bahsettiğimiz yeni demir perde oluşumunun gerçekleşmemesi, Rusya Federasyonu ile demokratik ülkeler arasında yeni bir sınır, yeni bir uçurum oluşmaması için Başbakan Erdoğan'ın ve hükümetin yaptığı girişimler hakkında önemli bilgiler edindik. Kırım geriliminin aşılabilmesi için, Ukrayna'nın toprak bütünlüğünün korunabilmesi için Başbakan Erdoğan ile Başkan Putin arasındaki görüşmelerin genel içeriğini öğrendik.
Bütün bu konularda, Türkiye'nin tavrı ve siyaseti, ABD ve AB'nin temel ilkeleriyle bire bir örtüşüyor. Örtüşmeyen kimi noktalar var, onlar da esas olarak tercih edilecek yöntem ve kullanılması gereken üslupla ilgili... Mesela Soçi Olimpiyatları Rusya Federasyonu açısından son derece önemli bir itibar meselesi haline gelmişti.
Vladimir Putin'in bu konudaki tavrı da, Kış Olimpiyatlarını ve onların başarısını kişisel bir girişim gibi görmekti. Bu aşamada AB ülkelerinden, ABD'den tepki geldi. Suriye'de üç yıldır sivil halkın katliamına dolaylı destek verdiği halde ciddi hiçbir yaptırıma uğramamış olan Rusya, Ukrayna'nın AB ile Vilnius zirvesinde ortaklık anlaşması imzalamaması için baskı yapınca, son derece sert bir tepki aldı. Rusya'nın dış siyasetinde Putin iktidara geldiğinden bu yana hiçbir değişiklik görünmüyor. Çeçenistan'dan Gürcistan'a, Suriye'den Ukrayna'ya, herhangi bir demokratik ve özgürlükçü kaygısı olmayan bir rejimin davrandığı gibi davranıyor. AB ve ABD'nin tavrı ise, gelişmelere göre değişiklik gösteriyor: Meydan ayaklandığında ve gösteriler başladığında, olimpiyatlara katılım neredeyse boykot edilecek hale geldi. Türkiye, Japonya ve Çin Halk Cumhuriyeti en üst düzeyde temsil edilirken, açılış seremonisine ABD'den ve AB ülkelerinden üst düzey katılım olmadı. Bir anlamda Türkiye, Başbakan Erdoğan vasıtasıyla fiilen Batı dünyasının arabulucusu gibi bir rolü üstlendi. Ukrayna'daki gelişmeler, Yanukoviç yönetiminin yolsuzlukla mücadelede başarısızlığı ve ülkeyi tek parti dönemini andıran bir yapıya sürüklemek istemesi, doğal olarak Ukrayna muhalefetinin desteklenmesini gerektiriyor, ancak var olan sorunların nasıl halledileceği konusu yanıt bulmuş değil. Bir yanda Vladimir Putin, Kırım'daki etnik Rus halkı ayaklandırarak, Rus askerlerini bayrak taşımaksızın stratejik yerlere konuşlandırarak Ukrayna'daki yeni yönetimi cezalandırmaya çalışıyor. Diğer yanda AB ve ABD, Ukrayna'daki devrik hükümet temsilcilerinin mal varlıklarını dondurarak, vize yasağı getirerek, askeri operasyonlar yapılmaması konusunda tehditte bulunarak Rusya'nın çıkış yollarını tıkamakla meşgul. Almanya, Merkel'in ağzından 1945'ten beri ilk kez Rusya'ya ekonomik yaptırımlar uygulamaktan bahsetti.
Ukrayna üzerinden Rusya, AB ülkelerinin enerji tüketiminin yüzde kırkını oluşturan bir doğal gaz ağını yönetiyor. Bu doğal gaza, AB ülkelerinin ne kadar ihtiyacı varsa, Rusya'nın da ihracat gelirlerinin yüzde yetmişini oluşturan bu gelire aynı biçimde ihtiyacı var. Kısacası, kimsenin kimseye enerji silahıyla yaptırabileceği bir şey bulunmuyor. Ne var ki, Rusya'yı sadece doğrudan çıkarlarına dokunduğunda baskı altına almaya çalışmak, diğer konularda "realpolitik" anlayışına uygun olarak sadece sözlü kınamalarda kalmak, demokrasi dünyasının inandırıcılığını ciddi biçimde törpülüyor. Zamanında Suriye'de alınmayan tavır, bugün Ukrayna konusunda alınsa da inandırıcılığını kaybetmiş bulunuyor. Demokrasi ve özgürlük istemleri, Avrupa sınırlarına yaklaştığında daha fazla ciddiye mi alınıyor?