Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşanan ilk askeri darbe olan ve sonrasında da habis bir darbe geleneğinin önünü açan 27 Mayıs 1960 darbesinin 61. yıldönümünde derinlemesine sorgulanması gereken temel konu, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA'in bu darbedeki rolüdür.
CIA'in ve giderek ABD müesses nizamının darbede rolünün bulunduğu üzerine pek çok rasyonel tez, buna karşıt görüşler ve yer yer de darbede CIA'in fonksiyonunu abartan, ordunun, daha doğrusu cuntanın kendi rolünü küçülten kanıttan uzak komplolar da ileri sürülegeldi.
Cuntacıların, darbeden sonra ABD ve CIA güdümünde bir strateji izleyeceklerine dair darbe bildirisindeki o meşhur "NATO'ya ve CENTO'ya bağlıyız" ifadesinin haricinde- pek çok karine var.
Bu karineleri; bir meslektaşımızın -Nur Batur'un- gazetemizde bundan 14 yıl önce, Haziran 2007'de yayınlanan yazı dizisinde yer alan bilgi ve belgelerde görmek mümkün. Darbeciler, iktidara geldikten sonra en çok ülkedeki ekonomik krizi yönetmekte zorlanacaklarının farkındalardı. Bunu 'liderliğe seçtikleri' Cemal Gürsel'in dönemin Amerika Birleşik Devletleri Ankara Büyükelçisi Fletcher Warren'dan para yardımı istemesinden anlıyoruz. Birazdan SABAH'taki diziden alıntılayarak vereceğim satırlar, o dönemde 'Beytülmâl'ın neredeyse tamtakır olduğunu ve cuntacıların maaşları nasıl ödeyeceklerini kara kara düşündüklerini gösteriyor.
Bu; hiç şaşırtıcı değil, zira istihbarat üzerine yıllardır yazıp çizen bir gazeteci olarak 1960 darbesinden önce de MİT'in atası olan MEH'in Reisi Behçet Türkmen'in, personel maaşlarının ABD tarafından ödendiğini söylediğini biliyorum. Bu can sıkıcı hakikati, Behçet Türkmen'in oğlu olan eski Dışişleri Bakanı İlter Türkmen de; Aralık 2007'de kendisiyle yaptığım röportajda doğrulamıştı. (Bu röportaj da SABAH Gazetesi'nde yayınlandı.)
Hal böyleyken geçmişte istihbarat teşkilatımızın 'bağımsız' olması zaten beklenemezdi. Bahsi diğer... Cuntacıların da ABD'den sufle alarak darbeye giriştikten sonra yine ekonomik anlamda ABD'ye ihtiyaç duymaları neredeyse mukadderdi.
"GÖRDÜĞÜM EN 'TİTİZ' DARBE!"
SABAH Gazetesi'nde Haziran 2007'de yayınlanan Nur Batur imzalı yazı dizisine göre 27 Mayıs gecesi ABD Ankara Büyükelçisi, Washington'a tam 32 mesaj gönderdi.
CIA, nedense bu mesajlardan sadece ikisini açıklamış, aradan onca zaman geçtiği halde 30 mesaj açıklanmamıştı. Yani mesajlar üzerindeki gizliliği kaldırmamıştı. Hâlbuki CIA belgelerindeki gizlilik -tabii kendileri açısından uygun görülenler için- 30 yıl sonra kalkar. Demek ki hâlâ gizlemek istedikleri şeyler var.
Şimdi gelelim bu iki önemli mesajın içeriğine… Mesajlarda darbeden sonra Büyükelçi Warren-Cemal Gürsel görüşmesinin ayrıntıları şöyle anlatılıyor:
"İlk konuşan Gürsel oldu. 'Geldiğiniz için teşekkür ederim. Gayri resmi bir görüşme yapacağız' dedi ve 'Menderes hükümetini etkilemeye çalıştım ama olmadı. Sonunda hükümeti deviren harekete liderlik yapmaktan başka çarem kalmadı. Siz olup biteni nasıl görüyorsunuz?' diye sordu.
Warren da 'Daha önce Latin Amerika'da görev yaptım. Birçok askeri darbe gördüm. Amacını bir kenara bırakalım ama asker olsaydım, yapılış biçiminden dolayı gurur duyardım. Gördüğüm en titiz, en etkin ve en hızlı askeri darbeydi' diye cevap verdi."
Warren; darbeyle ilgili gözlemlerini anlatmaya şöyle devam ediyor:
"Ankara'da herkes sonuçtan mutlu görünüyor. İşin kolay yanı tamamlandı. Gerçek zorluklar şimdi başlayacak. Sorunlar çok olacak ve Türkiye'yle ABD'yi ve muhtemelen Batı'yı da kapsayacak. Ben çözüm yolları aramak için buradayım. Önümüzdeki aylarda da sizin, cuntanın ve iş başına gelecek hükümetin sorunları aşmanıza yardımcı olmaya çalışacağım."
Warren'ın, ilerleyen satırlarda 27 Mayıs darbesinin, ordudaki siyasete karışmama geleneğini kırdığını söylemesi dikkate şayan, ancak o noktada yanılıyor. Ordu, İttihat ve Terakki'den beri siyasete her daim etki etti, ancak yine de 27 Mayıs'a dek bunu bir konvansiyonel darbe ile yapmamıştı.
İLK DARBEYLE PANDORA'NIN KUTUSU AÇILDI
Warren'ın şu cümleleri önemli:
"Türk ordusuna saygım en yüksek düzeydedir. Türkiye'nin öneminin ilk nedeni, istikrarı ve Türk ordusunun siyasete karışmamasıdır. Ama dünkü darbe ordudaki bu geleneği kırdı. Pandora'nın kutusunu açtı. Şimdi kimse içinden ne çıkacağını bilemez.
(Cemal Gürsel, Warren'i sözünü kesmeden dinliyor.)
Bu sabah, ne ordunun, ne de Türk halkının, yaşananların uzun vadedeki önemini anlamadığını hissettim. Uzun yıllar Latin Amerika'da görev yaptım. Birçok askeri darbe gördüm. Yıllar içinde Latin Amerika halklarının, yasama, yargı ve yürütme organı olan hükümetin yanı sıra dördüncü güç olarak nasıl orduyu görmeye başladıklarına şahit oldum. Eğer ordu, işlerin doğru gitmediğine karar verirse, yönetime el koyar. Asker her şeyi izler ve hükümetin arkasında durmak için mutlaka bir yol bulur. Yani ordu, dengeyi oluşturan araç ya da başvurulacak son mahkeme olarak görülür. Atatürk'ün Türkiyesi hiçbir zaman bu durumda olmadı ve bununla gurur duydu. Ama şimdi aynen o duruma düştü. Gelecekte Türk ordusunun, Türk halkını da yakından ilgilendiren ve bölen herhangi bir siyasi çekişmenin dışında kalmakta çok zorlanacağını düşünüyorum. Bu düşünce, askeri darbeden daha fazla beni endişelendiriyor."
Gürsel ise Warren ile görüşmesinde "Amerikalıları ben de seviyorum ve öyle davranıyorum" diyerek söze girdi. CIA raporuna göre belli ki canı sıkkındı. Maaşların ödenmesine 3 gün kalmıştı ve hazinede de para yoktu.
Kanımca Warren-Gürsel görüşmesinin en kritik noktalarından biri bu. CIA ve yine giderek Amerikan müesses nizamı, darbenin olmasından memnundu ve cuntanın Amerikancı bir çizgi izleyeceğinden de neredeyse emindi. Zira darbeciler ekonomik olarak ABD'ye muhtaçtı.
DARBECİLER EKONOMİK SEBEPLERLE GİTTİ
Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu adlı eserinde Türkiye'de ordunun sık sık askeri darbe yaptığını, ancak ilginç ve neredeyse takdir edici biçimde iktidarı daha sonra sivil siyasetçilere devrettiğini söyler. Aslında bunun temel sebebi, darbecilerin sivil siyasete saygı duymaları falan değil, ekonomik zorunluluklardır.
1980 darbesini düşünelim. 1983'te Özal dönemiyle başlayacak liberalizasyon sürecinin arifesindeyken 12 Eylülcüler daha fazla iktidarda kalamazlardı. Kalmaya kalksalar bile ABD bu kez onlara darbe yapardı. 27 Mayısçıların durumu da aynıydı, CIA belgeleri bunun delili.
Bir başka önemli ayrıntıya da değinerek yazıyı toparlayayım:
1960 darbesinden önce 1957 yazında Türkiye, Suriye ile savaşın eşiğine gelmişti. Ankara, dönemin Suriye Cumhurbaşkanı Şükrü el Kuvvetli'nin çizgisinden rahatsızdı. CIA ise o dönemde sürekli darbelerle sarsılan Suriye'yi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ne kaptırmamak için örtülü operasyonlar yapıyordu.
ABD Ulusal Arşivler ve Kayıtlar İdaresi'nin, dolayısıyla da CIA'in ifşa edilmiş belgelerine göre aynı yıl CIA ve MEH, olası bir Sovyet işgaline karşı kontr-gerilla eğitim yapıyordu.
27 Mayıs'ın Türkiye ile Suriye restleşmesinden üç yıl sonra gerçekleşmesi de manidardır. Özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin Suriye İç Savaşı'ndan beş yıl sonra gerçekleştiği de hesaba katılırsa…
CIA o dönemde örtülü operasyonlarla Suriye'ye sosyalizmin gelmesini engelledi ama Suriye'nin SSCB güdümüne girmesine mani olamadı.
Cemal Gürsel'le görüşen Büyükelçi Warren; darbeden önce de Türkiye'nin Suriye'ye girmesini istemiyordu. Bugünlere ne kadar da benziyor değil mi?
Yazının başlarında Cemal Gürsel için özellikle 'darbecilerin seçtiği lider' dedim. Çünkü ilk dönemlerde Milli Birlik Komitesi'nin; dolayısıyla cuntanın gerçek lideri Cemal Madanoğlu'ydu. Sonra anlaşmazlığa düşüp istifa etti. Madanoğlu, yıllar sonra 'CIA, 27 Mayıs darbesinin içinde miydi?' sorusuna 'CIA işe sonradan el attı ve ordunun içine girdi' cevabını verdi. Ancak bu cevaba da ihtiyatlı yaklaşmak lazım. Çünkü Madanoğlu, CIA işin içine girdikten sonra ben çıktım demeye getirmişti. Oysa CIA, başından beri sürecin dışında değildi. Ve ABD Büyükelçisi Warren'ın sözlerinden anlıyoruz ki cunta geldikten sonra da kontrolü daha etkin biçimde sağladı.
Allah; bu millete bir daha 27 Mayıs ve türevlerini yaşatmasın.