Büyük Rus romancısı, klasiklerin baş tacı "Savaş ve Barış"ın, "Anna Karenina" nın yaratıcısı Tolstoy'un, hayatla ilgili genel yaklaşımında, en temel cümlesi şuydu:
"Herkes haklı..."
Hatırlatayım, yine büyük Rus romancısı Dostoyevski'nin, hayatla ilgili en temel cümlesini:
"Herkes suçlu..."
Belki biraz 'oportünistlik' gibi olacak.
Ama ben hem Tolstoy'dan hem de Dostoyevski'den yanayım...
Yani anlayacağınız "hepimiz":
"Hem haklıyız".
"Hem de suçlu."
***
Hani demişti ya bir zamanlar, değerli usta şair Edip Cansever:
-
"Ne gelir elimizden, insan olmaktan başka..." diye. İnsanlığın zor, uzun, kuşkulu, eşitsizliklerle dolu; Kaygılı, acı verici, rekabete dayalı; Bazen vahşi, bazen hüzünlü, bazen de komik olan bu yeryüzü serüveni;
Doğallığında hem
"haklı" hem de
"suçlu" olmaya iter hepimizi...
"Hepimiz haklıyız..." Çünkü yaşam zor... Günden güne de zorlaşıyor
Yaşamak, sağlıklı bir insan olarak yaşamı paylaşıp çoğaltmak;
Bir yandan insanın insan ile acımasız rekabetinde;
Yaşamı ayakta ve onurla sürdürmek; Kolay değil... Zor... İşte bu nedenle;
"hepimiz haklıyız".
***
Bir yandan da Dostoyevski'nin hayatı okuyan hazan cümlesiyle:
"Hepimiz suçluyuz..."
Neden mi?
Mücadele etmediğimiz için...
Gelene ağam...
Gidene paşam...
Dediğimiz için belki de...
Kişisel ve toplumsal hayat serüveninde; önümüze bolca çıkan, her köşede bizi kandıran kaygı denizlerinde, geçim uçurumlarında bizleri yenilgi merdivenlerinin birer taşı haline getiren o
"beyaz bayrağı"; hemen teslimiyet göklerine diktiğimiz için...
İşte bu nedenle;
"hepimiz suçluyuz..."
***
Sonra
"özetlemek, böyle de kolay mı?" diyor, insan kendi kendisine...
Öyle
'teslimiyet-meslimiyet', falan filan diye... Çünkü bir mırıltı;
Bir yalnızlık ve yalnızlaşma senfonisi halinde...
Kimsenin kimse ile dayanışmadığı, toplumsal sırt sırta vermenin sıfırlandığı, ah kötülüklerin kurtlar sofrasında...
Hani demiş ya Sokrates, asırlar önce o ünlü savunmasında:
"Kötülük hızlı koşar ölümden..." diye...
Eh işte, hal böyle de olunca:
Elbette,
"hepimiz haklıyız..." diyorsunuz...
Çünkü bakıyorsunuz insan, kendisine sevgisizleşmiş... İnsan, ey insan; insana, tüm insanlığa sevgisizleşmiş...
***
Her köşede bir kumpas çukuru...
Her çukurda bir ihanet ateşi...
Her ateşte, insanın giderek kendisine yabancılaşması...
Düşmanlıklar, yok saymalar, ötekileştirmeler...
O zaman erdemli insan, ne yapacak?
Ne yapsın, sadece insanlığına sığınan?
Ne yapsın? Belki de bir şekilde zorunlu kendi kendine kalma hali; her durakta gözlerini hırs bürümüş herkesten uzaklaşma, uzak durma hali... Bir nevi
"sessizlik" olmak yani...
***
İşte bunu derinden duyumsayınca yüreğinizin kıpırtılarında...
Ömer Hayyam esrikliğiyle bakınca zamana;
O binlerce yıllık insanlık coğrafyasının gizemli şemsiyesi altında; aniden düşünüyorsunuz:
Hak veriyorsunuz ki; "hepimiz haklıyız..."
Ama nerede, ne zaman, hangi köşede;
"Çaresiz, tutunamamışların yenilgiler tarihinde; ezilmiş, buruk, hüzünlü bir çocuk yüzü görseniz" mesela...
Türkiye'nin acıyla dolu, trajik günleri, yılları gibi...Gözümüzün önündeki savaş. Borçlandığımız önlenememiş binlerce ölümü, resmi kıyımları, gencecik yitmiş canları, geride kalanları. Vicdanın o derin, tanrısal kanayışını içinizde hissedip, düşününce mesela...
O zaman da diyorsunuz ki; pek haklı olarak, hatta belki haykırarak:
"Hepimiz suçluyuz..."
"Hem de çok suçluyuz..."
***
Belki de insanlığımızın gölgesi varoluşun bitimsiz soruları arasında kalmak, sistemin içinde erimek, çığlıksızlık, bu zavallı demokrasi fakirliğimiz, tüm bunların üzerinde kara bir perde oluyor.Hani bir yandan da bu nedenle;
"Hepimiz haklı oluyoruz ama alacağımız olmuyor..."
Yine bir bakıma, bu nedenle;
"
İnsanlığı bir üst çizgiye sıçratamadığımız için işte"; "Hepimiz suçlu oluyoruz da, borçlu kalmıyoruz bir türlü..."
Galiba Edip Cansever'in şiirindeki gibi:
"Ne gelir elimizden insan olmaktan başka!"