Cumhurbaşkanı Erdoğan son günlerde üç alanda başkentlerin dikkatini çeken hamleler yaptı. Önce İsveç ve Finlandiya'nın terörizmle mücadeledeki şartları yerine getirmedikleri için NATO'ya katılmasını veto etti. Sonra ABD Kongresi'ndeki Türkiye karşıtı cümleleri sebebiyle "Artık benim için Miçotakis diye birisi yok" cümlesini kurdu. Daha sonra da "Güney sınırlarımız boyunca 30 kilometre derinliğinde güvenli bölgeler oluşturmak için başlattığımız çalışmaların eksik kalan kısımlarıyla ilgili yeni adımları da yakında atmaya başlıyoruz" açıklamasını yaptı. Batı medyasında bu üç çıkış bir araya getirildi ve Erdoğan'ın "yeniden gerilim politikasına yöneldiği, fırsatçı davranarak pazarlık dayattığı ve bütün bunları seçimler için yaptığı" eleştirileri öne çıktı. Dışarıdaki "Bu çıkışlar Putin'e yarıyor" veya "Ankara'yı NATO'dan çıkarma zamanı gelmedi mi?" temalı Türkiye karşıtı yazılar içeride Türkiye'nin güvenlik kaygılarının önemli olduğu ve aslında NATO'ya mecbur olmadığı yönünde değerlendirmeleri getirdi. Ankara'nın son üç çıkışının ne olduğu ve ne olmadığı iyi anlaşılmalı.
***
Türkiye'nin NATO politikası nettir. Üyelerin güvenlik çıkarlarının karşılanmasını, açık kapı politikasını ve dayanışmanın güçlendirilmesini desteklemektedir. Aynı zamanda Ankara, ABD dahil bazı NATO üyelerinin terör örgütü ayrıştırması yapmasından rahatsızdır. DEAŞ da PKK da YPG de FETÖ de birlikte mücadele edilmesi gereken terör örgütleridir. İttifak içi anlaşmazlıkları içerideki müzakere ve süreçlerle çözmekten yana olan Ankara eski dönemlerden farklı olarak gerekirse gerilimi de göze almaktadır. Erdoğan'ın lider diplomasisi ve eleştirel açıklamaları bunun örnekleriyle doludur. Bu itibarla NATO'dan çıkmak ya da çıkarılmak bir seçenek değildir. Türkiye, Yunanistan ve Güney Kıbrıs gibi ülkeler karşısında çıkarlarını ittifak içerisindeki mücadelesi ile daha iyi gerçekleştirebilecektir. Yunan Başbakan Miçotakis'in Erdoğan ile yürüttüğü normalleşme sürecine rağmen Washington'da F-16'ların alımı dahil Türkiye'yi hedefe oturtması hasmane olmuştur. Ankara'nın Ege adalarının silahlandırılmasına son verilmesi talebi ve aksi takdirde adaların egemenliğinin tartışmaya açılacağı tezi Lozan ve Paris Barış anlaşmaları ile uyum içindedir. NATO'nun Güneydoğu kanadını güçlü tutmanın yolu Yunanistan'ın maksimalist ve dar çıkarlarını desteklemek değildir. Atina'nın AB içerisindeki şımarıklığını ABD ile ilişkilerde ya da NATO içerisinde tekrar etmesine göz yummak da değildir.***
Ankara müttefiklik dayanışmasının terörün her türü ile mücadele alanında gösterilmesini önemsiyor. Üyelerin birbirine ambargo koymamasını istiyor. İsveç ve Finlandiya'nın üyelikleri olmasaydı da Türkiye, Madrid Zirvesi'nde bunları gündeme getirecekti. Ankara, Ukrayna krizini ve tetiklediği süreci ittifakın daha güçlü olması için bir fırsat olarak değerlendiriyor. Türkiye'nin güvenlik kaygılarının giderilmesi ittifak içi dayanışma göstergesi olacaktır. Britanya'nın Türkiye'ye savunma sanayisi alanındaki ambargoları kaldırması diğer üyeler tarafından da takip edilmelidir.***
Irak ve Suriye'de PKK-YPG terör örgütleriyle mücadele için yeni operasyonlar yapılması da bu güvenlik dayanışmasıyla yakından irtibatlı. Suriye'nin kuzeyinde 30 km derinlikten PKK-YPG'yi temizleme sözünü hem Rusya hem de ABD tutmalı. Ukrayna Savaşı sebebiyle Wagner ve savaş tecrübesi olan askerlerini Suriye'den çeken Rusya güvenlik boşluğu oluşturuyor. Bu boşluğu İran milisleri doldurabilir. Yine, Washington'un DEAŞ'ın yeniden canlanması yönündeki endişesini giderecek aktör terör örgütü YPG değil, müttefiki Türkiye'dir. ABD'nin Türkiye ve Yunanistan dengesini ikincisi aleyhine bozması daha sonra telafi edilmesi gerekecek bir hatadır. İşte Erdoğan son üç çıkışıyla "kriz çıkarmıyor" aksine NATO, ABD ve Yunanistan ile ilişkilerde hakkaniyetli ve kalıcı müttefikliğin düzlemine işaret ediyor.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz