Almanya Şansölyesi Merkel, dün İstanbul'daydı. Berlin Konferansı'nı toplayarak diplomatik bir atağa geçen Merkel'in, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesinde kritik konular ele alındı. Masadaki dosyaların başlıkları bile (ticaret, AB, İdlip, güvenli bölge, Doğu Akdeniz, Libya ve mülteciler) ikili ilişkilerin güçlendirilmesinin zaruretine işaret ediyordu. Merkel'in hakkını teslim etmek lazım. Fransa Cumhurbaşkanı Macron'dan daha aklı selim bir siyaset yürütüyor. Avrupa'nın çıkarlarının Türkiye ile çalışmaktan geçtiğinin farkında. 2017'de Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan gerginliğin yönetilmesinde çaba gösterdi. Şansölyeliğinin son iki yılında olan Merkel şimdilerde, Erdoğan ile çalışarak siyasi misyonunu başarıyla tamamlamak istiyor. Mülteciler ve Libya konularının hem AB'nin geleceğini hem de Almanya'nın birlik içindeki yükünü doğrudan etkilediğini görüyor. Brexit ile birlikte Avrupa kıtasının geleceğinin üç büyük ülkeyle (Rusya, Türkiye ve Britanya) kurulacak güçlü ilişkilerde yattığını biliyor.
Avrupa başının çaresine bakacaksa...
Merkel, ABD'nin küresel rolünün değişmesiyle Avrupa'nın başının çaresine bakmak zorunda olduğunu ve bu yeni gerçeklik gereği olarak da Erdoğan'ın liderliğindeki Türkiye ile çalışmak durumunda olduğunun farkında. Zira son yıllarda Ankara, İran'dan Kuzey Afrika'ya uzanan jeopolitik hatta aktif bir siyaset yürütüyor. En son 27 Kasım'da Libya ile imzaladığı iki mutabakatla vazgeçilemez bir aktör olduğunu ortaya koydu. Berlin, mülteci anlaşmasından İran yaptırımlarına, Doğu Akdeniz'deki hidrokarbonların paylaşımından Libya'da siyasi sürece kadar birçok konuda ancak Ankara ile çalışarak etkisini artırabilir.
Çünkü bu hattaki her kriz Türkiye'nin istikrar sağlayıcı rolünü icbar ediyor. Avrupa kamuoyundaki Türkiye karşıtı algıların AB ve Türkiye'nin ortak sorunlarının çözümüne hiçbir katkısı yok. Sözgelimi Avrupalı siyasetçilerin Erdoğan'ın Ortadoğu'nun istikrarsızlığı ve mültecilerle ilgili uyarılarını "şantaj" olarak değerlendirmekten vazgeçmeleri gerek. Mülteci akını Ankara'nın müttefiklerine karşı kullandığı "kart" değil. Aksine bu uyarılar birlikte çalışma önerisi olarak görülmeli.
Yük paylaşımı zorunlu
Suriye iç savaşından kaynaklanan terör ve mülteci sorunları Türkiye'nin en büyük maliyeti üstlendiği konular. Yük paylaşımı kaçınılmaz. Avrupa başkentlerinin Suriye krizine kulaklarını tıkaması hem AB'yi kırılgan hale getirdi hem de Türkiye ile ilişkileri bozdu. Şimdi aynı hata Libya'da sergilenmemeli. Merkel'in Libya politikası ve İstanbul'da sarf ettiği cümleler Suriye'den ders alınma ihtiyacını gösteriyor. Yine, Merkel'in Türkiye'deki Suriyeliler için yeni fon ve İdlib'deki mültecilerin barınması için destek sözü vermesi ikili ilişkileri güçlendirmek için ümit verici.
Güvenli bölge konusunda da BM'ye işaret ederek kapıyı açık bıraktı. Ancak AB'nin ortak dış politika oluşturmadaki dağınıklığı malum. Ve Hafter'in yaptırımlar olmadan saldırganlıktan vazgeçemeyeceği de ortada. Erdoğan dün ortak basın açıklamasında Hafter'in ateşkesi imzalamadığını, kendisine güvenilemeyeceğini çok açık söyledi. Türkiye ile ilişkileri güçlendirmek ve Libya'da aldığı inisiyatifi devam ettirmek istiyorsa Merkel, önündeki iki engeli aşmak için çabalamak durumunda.
İki engel
Avrupa'nın önünü kapatan iki engel, Fransa'nın ve Yunanistan'ın sorumsuz maceracılıkları. Macron, Hafter'i destekleyerek Libya'da istikrarı ve barışı sabote ediyor. Bir anlamda, AB'nin korkulu rüyası olan mülteci ve terörist akınını çağırıyor. Diğer bir Hafter destekçisi Yunanistan ise daha da sıkıntılı bir yerde. Atina, Doğu Akdeniz'deki maksimalist talepleriyle tüm AB'yi esir alıyor. Türkiye'nin deniz yetki alanlarının Antalya Körfezi'ne sıkıştırılamayacağı aşikar. Yunanistan, Suriyeli mültecilerin geri dönüşü ile ilgili üzerine düşeni yapmaktan aciz. İşte, Merkel, Avrupa'nın uzun vadeli genel çıkarları adına Fransa ve Yunanistan'ın dar emellerini aşmak zorunda. Bakalım Merkel, dönemini bu acil misyonuyla gerçekleştirebilecek mi.?