Doğu Akdeniz giderek dış politika gündemimizin merkezine yerleşiyor. Ankara, KKTC'nin haklarını korumak amacıyla sadece Kıbrıs çevresinde donanmasını bulundurmuyor. İnsansız hava araçlarını Geçitkale'de konuşlandırdı, deniz üssü kurulmasından da bahsediliyor. Bugün de Libya ile imzalanan iki mutabakat Meclis Genel Kurulu'nda onaylanacak. Başkan Erdoğan, istenirse, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne (UMH) askeri destek verileceğini açıkladı. Dün de, UMH Başbakanı Serrac, Hafter güçlerinin Trablus'a saldırılarını engellemek için Türkiye, ABD, İngiltere, İtalya ve Cezayir'den destek istedi. Hafter, 12 Aralık'ta Trablus'u almak için nihai savaş ilan etmiş, ülkenin batısındaki 10 şehirde seferberlik ilan etmişti. Trablus'tan gelen haberler, çatışmaların, UMH'nın kaderinin belirleneceği kritik bir aşamada olduğu yönünde. Ankara, "Libya, Türkiye'nin denizdeki komşusudur" anlayışıyla hareket ediyor. Mesele, bir tür sınır güvenliği... Türkiye'nin menfaatlerini (deniz yetki alanlarının paylaşımı, Kıbrıs ve hidrokarbon yatakları) koruma gayreti... Ankara ayrıca, Libya'ya asker göndermeyi de Doğu Akdeniz'deki stratejik hamlesinin başlıca ayaklarından birisi olarak değerlendiriyor. Trablus'un desteklenmesi, Doğu Akdeniz yetki alanlarının paylaşımının geleceği açısından da kritik.
Doğu Akdeniz'de mevcut dengeler
Ankara, KKTC ve Libya ile ilişkilerini askeri korumaya alırken Doğu Akdeniz'deki yeni denge ve olası karşılaşmalar merak konusu. Zira ABD ve AB, Akdeniz'de kendi lehine maksimalist paylaşım peşinde olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs yanında yer alıyor. İsrail ve Mısır da şimdilik aynı hatta. Ancak Türkiye'nin Libya ile kabul ettiği mutabakat aslında Mısır ve hatta İsrail'in lehine unsurlar içeriyor. Kaldı ki, Türkiye'nin münhasır ekonomik bölgesini ilan etmesiyle İsrail, Avrupa'ya planladığı doğalgaz boru hattını geçirebilmek için Ankara ile uzlaşma durumunda. Ankara, 2004'teki Annan Planı'nı kabul etmediği halde Güney Kıbrıs'ı tam üye yapan AB'nin Doğu Akdeniz yaklaşımını tümüyle haksız buluyor. ABD'nin Yunanistan ve Güney Kıbrıs'a desteğini Türkiye ile müttefikliğin içini boşaltan bir diğer adım olarak değerlendiriyor. Ankara, her ikisine de Türkiye'nin haklı menfaatlerini hatırlatmakta kararlı olacak.
Rusya'nın kritik rolü
Bu denklemde Libya'daki Hafter güçlerine destek veren Rusya'nın konumu asıl merak konusu. ABD'nin Rus gemilerinin Güney Kıbrıs limanlarını kullanmaması şartıyla silah ambargosunu kaldırdığını biliyoruz. Ancak Washington Libya'da tarafsız gibi görünüyor. Aynı zamanda Rusya'nın Hafter'e askeri şirketler üzerinden verdiği destekle yetinmeyeceği, Libya'ya angajmanını artırabileceği konuşuluyor. Yani, hem Türkiye hem de Rusya, Libya sahasında daha etkin rol almaya hazırlanıyor. Başkan Erdoğan, Malezya'da gazetecilerle yaptığı söyleşide Libya'da Rusya'nın "Wagner denilen kuruluşla adeta Hafter'in paralı askerleri olarak" görev yapmasına seyirci kalmayacağını vurguladı. Wagner'in başında Putin'in güvendiği adamlarından Yefgeni Prigoşin bulunuyor.
Şimdi kritik soru, "Türkiye ve Rusya, Libya'da karşı karşıya gelir mi?" şeklinde. Bu ihtimalin abartıldığı görüşündeyim. Hatta aksine Ankara ve Moskova'nın Libya'da artan angajmanının rekabetten daha fazla uzlaşma ve işbirliği üretebileceği görüşündeyim. Suriye'de bile işbirliği yapabilen Erdoğan ve Putin, diğer aktörleri de yönlendirebilecek bir işbirliği çerçevesi kurabilir. Fransa, Almanya ve İtalya, Akdeniz'in diğer yakası Libya'da oyundan düşmemek için Türkiye ile birlikte çalışmayı düşünmek zorunda. Avrupa'ya petrol, gaz ve mülteci ihraç eden Libya'daki gidişat bu ülkeler için hayati önemde. Trablus'un düşmesi AB için de felaket senaryosu demek. Türkiye ise Doğu Akdeniz'in, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Avrupa arasındaki stratejik öneminin farkında. Burada etkin rol üstlenerek hem Rusya ile hem de Avrupalı aktörlerle daha rasyonel bir temelde çalışabileceğini hesap ediyor.