Suriye iç savaşı 2013'den itibaren dış politikamızın odak noktasını oluşturdu.
Terör tehditleri ve mülteci boyutlarıyla ABD, NATO, AB ve Rusya ile değişen ilişkilerimizin ana belirleyicisi haline geldi.
Eksen kaymasından İslamcı ya da Yeni Osmanlıcı iddialara kadar dış politikamıza yönetilen bütün suçlamaların merkezinde Suriye dosyası hep oldu.
Hatta son yedi yılda yaşanan iç türbülansın temelinde de Suriye krizinin doğrudan ve dolaylı etkilerini görmemek mümkün değil.
Bu türbülansın maliyetleri olduysa da çok hayırlı etkileri de oldu.
Öncelikle FETÖ'nün Türk devleti içerisindeki paralel yapılanması böylece temizlendi.
Uluslararası çevrelerin ülkemiz içindeki operasyonel aparatı tasfiye edildi.
Bu, Türkiye Cumhuriyeti'nin selameti için çok kritikti.
Ayrıca, PKK'nın Suriye'de "devletçik" kurma hayali ile açılım sürecini nasıl sabote ettiği, Güneydoğu ilçelerini şiddet alanına çevirmesini Kürt vatandaşlarımız görmüş oldu.
Türkiye'nin etrafındaki güç mücadelesinin ne denli sert geçtiği de böylece kamuoyuna anlatıldı. Yine, Ankara'nın otonom dış politikasını müttefiklerine ve hasımlarına göstermek durumunda olduğu kriz de Suriye'ye ilişkindi.
S-400'lerden YPG'ye birçok konu gelip bu dosyaya bağlandı.
Türkiye, kendi milli güvenlik tehditlerini aşma noktasında kararlılık gösterdikçe ABD ile ilişkilerde gerilim eksik olmadı. Rusya ile önce uzaklaşma, sonra da yakınlaşma ve işbirliği Suriye'nin ürettiği sorunlara çözüm bulma çabasıyla bağlantılı.
Yeni odak Doğu Akdeniz mi?
Şimdilerde ise Doğu Akdeniz (ve bağlantılı olarak Libya ve Kıbrıs) önümüzdeki yıllarda dış politikamızı belirleyen ana gündem maddesi olacak gibi görünüyor.
Hatta bu dosyanın Suriye ile birleşmesi daha güçlü bir çekim merkezi oluşturabilir.
Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün A Haber- ATV ortak yayında Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin haklarını hiçe sayarak paylaşıma girenleri eleştirirken şu cümleleri sarf etti: "Dayatılmaya çalışılan planlar var burada. Haklı bir adımla biz bunu boşa çıkardık. Daha da ileri gideceğim. Burada Sevr'in aslında ters yüz edilmesi var. Böyle bir adım atılmış durumda." Aynı programda Erdoğan, ABD ile ilişkilerde gerekirse "İncirlik'i de kapatırız, Kürecik'i de kapatırız" mesajını verdi.
Bu mesajların amacı kuşkusuz ABD ya da NATO ile ilişkilerde kopuş değil.
Ancak Erdoğan, Türkiye'nin milli menfaatlerini temin etmede Ankara'nın bir zamanlar olduğu gibi "uysal" ve "muvafık" yerde olmayacağını ısrarla vurguluyor. "Sevr'in tersyüz edilmesi" ve "İncirlik, Kürecik" tartışması Türkiye'nin elindeki kartları masaya koyabileceğini gösteriyor. NATO içerisinde olmak Türkiye'nin pasif bir müttefik olarak davranmasını gerektirmiyor.
Erdoğan'ın kararlılığı
Bu duruş, ABD'nin değişen küresel rolü, Brexit, AB içindeki liderlik krizi ve Çin'in yükselişi ile belirlenen yeni dünyada Türkiye'ye güçlü bir yer açma mücadelesine işaret ediyor.
Yani Erdoğan, bu cesareti ile ülkemizin uluslararası konumunu yükseltme yönündeki lider kararlılığını sergiliyor.
İster CHP gibi klasik muhalefetin, isterse yeni oluşumların kendilerini anlatmakta en çok zorlanacakları alan burası.
Batı başkentleri ile uzun süredir her tür müzakereyi yürüten ve yeni kaotik dönemde güçlü bir profil sergileyen lidere "Batı ile entegre olmalıyız" yönünde "liberal hikayeler" okumanın anlamı yok. Kamuoyu artık dış politikayı yüksek bir siyasi bilinçle ve reel bir düzlemde değerlendiriyor.
Doğu Akdeniz ve Libya bu anlamda yeni gündem olacak