Emek Sineması üzerine yazma konusunda, aslında biraz duraksıyorum. Elbette her gazetecinin, hatta her aydının özellikle angaje olduğu ve kendisini adeta bir misyonla bağladığı konular vardır. Ama öte yandan, büyük bir kitle gazetesinde yazmanın getirdiği sorumluluk da vardır. Onca konu varken hep aynı şeyi yazmanın, tarihi de olsa bir sinema salonunu böylesine dile dolamanın okuru bıktırması riski de mevcuttur. Ama kimi şeyler de bana cesaret veriyor. Örneğin 5N1K programında Cüneyt Özdemir'le Emek'i tartışırken, ona gelen bir mail. Mersin'den yazan bir genç çocuk şöyle demişti: "Emek'te hiç film izlemedim. Ama yakında İstanbul'a geleceğim ve eğer açıksa, ilk işlerimden biri onu ziyaret etmek olacak." Ya da son dönemde yazılmış sayısız köşe yazısından birinde (şu anda hangisi, bulamıyorum) konulan teşhis. Ki aşağı yukarı şöyleydi: "Emek'in önemini anlamak, ancak onun has sinemaseverler için adeta kutsal bir mekan, bir tür sanat mabedi olduğunu dikkate almakla mümkündür."
BAŞKAN ELEŞTİRİLERDEN ETKİLENİYOR
İşte bu vb. yazılar ve görüşler, beni 'Her şeye rağmen Emek,' demeye çağırıyor. Ve işte konudan son gelişmeler ve taze izlenimler. Geçen akşam İKSV'nin 40. yılı dolayısıyla verilen kokteylde, Ahmet Misbah Demircan'la karşılaştık. Emek konusunda karşıt tavırlarımız nedeniyle gerginlik düzeyine varan ilişkimiz, bir zamanların dostu sayın başkanla yakınlaşmamıza taş koyar gibiydi. Ama o bana sıcak bir bakış attı, ben bir adım ilerledim. Ve sonunda kucaklaştık. Zaten ilkelerimden biri hep bu olmuştur: Her koşulda diyalog ve karşıdakini anlama çabası (ki buna şimdilerde empati diyorlar). Böylece, hemen etrafımızı saran Azize Tan (İKSV), Olkan Özyurt (SABAH), Şenay Aydemir (Radikal) gibi ilgililerle birlikte, başkanla uzun bir tartışmaya girdik. (Bu yüzden kokteylden aç çıktım!) Neler mi konuştuk? Aslında pek yeni bir şey yok. Ahmet Misbah dostumuz, Beyoğlu'nda bilmemkaç binayı onarttığını, şu günlerde Tarlabaşı'nda başlayan 'kentsel dönüşüm' projesinin ise 'kendi eseri' olduğunu söyledi. Ben de ona tüm bu çabalarını bilmezlikten gelmediğimizi, ama Beyoğlu'nun 19. yüzyıldan beri taşıdığı, koca kentin kültür ve gece hayatı merkezi olmasının gerektirdiği ve de getirdiği o eski salonların, semtin korunmasında 'olmazsa olmaz' olduğunu, oysa şu sıralarda, başta artık bir büyük simge haline gelen Emek olmak üzere birçok salonun kapalı olup yıkım projeleriyle yok oluşa gittiğini hatırlattım. Ve bu salonları gözden çıkaran hiçbir projenin koruma sayılamayacağını ve yapanlara onur getirmeyeceğini anlattım. Bir kez daha ve yanımdakilerin büyük desteğiyle... Sonuç olarak, görünürde başkanı ikna edemedik. Ama ben şunu hissettim: Beyoğlu'nu kendince seven ve iyi bir şeyler yapmak isteyen bu genç siyasetçi, en azından eleştirilerden ve bunların bir büyük kampanyaya dönüşmüş olmasından etkileniyor. Hem de büyük ölçüde...Ve kendini daha iyi anlatmaya çabalarken, bizi dinlemeyi ve kamuoyuna kulak vermeyi de boşlamıyor. Böylece, gelecek hafta İKSV'nin patronajı altında yeniden bir araya gelip tartışılması kararı alındı. Bakalım ne olacak... Ben hep ve her zaman koruduğum iyimserliğimle, tüm bunlardan belki Emek'i gerçekten kurtarmak ve olduğu gibi korumak sonucunun çıkacağından umutluyum. Ve bu konuda ayrıca, arka plandaki asıl son söz sahiplerinin desteğine de hala güveniyorum. Yani Büyükşehir Belediyesi'nden önce Beyoğlu'yla iyice haşır-neşir olan Kadir Topbaş. Ve de sayın başbakan. Ki her zaman Kasımpaşalılığıyla iftihar eder. Pardon, ama Kasımpaşa, Beyoğlu ilçesinde değil mi? Ve bir Beyoğlulu'nun Emek'in önemini bilmemesi mümkün mü?