Cannes 2011'de iki film gelip şenliğe damgasını vurdu. İkisi de cesur, devrimci, alabildiğine kişisel olmaları ve 'dünyanın sonu' temasını işlemeleriyle... Talih, Altın Palmiye'yi götüren Amerikan filmi Hayat Ağacı'na güldü. Ama daha çok, talihsiz bir basın toplantısının kurbanı olan Danimarkalı Lars Von Trier'in sözleriyle hatırlanan Melankoli, bence daha önemli ve başarılı. İki ana bölüme ayrılan film, temelde iki kızkardeşin hayat ve yaklaşan ölüm karşısındaki tavırlarını anlatıyor. İlk bölüme adını veren Justine, evlenmek üzere kız kardeşi Claire ve süper-zengin kocasının taşradaki görkemli malikanelerine gelmiştir. Ama tüm o şaşaaya rağmen, düğünün başarı şansı yoktur. Çünkü Justine'in karmaşık, değişken, tatminsiz kişiliğinin, on yıl sonra 'kırmızı yanaklı elmalar' yetiştirme hayalleri kuran genç adamla mutluluğu yakalaması düşünülemez. İkinci bölümde, hikaye Claire ve küçük oğlu Leo'da yoğunlaşır. Claire'in ilk bölümde zayıf gözüken kişiliği, gitgide güçlenir ve olaylara yön vermeye başlar. Zaten baştan beri gökyüzünde dev bir mavi elma gibi durmakta olan gizemli gezegen Melankoli dünyamıza yaklaşmaktadır ve kıyamet, artık çok yakındır. Aykırı usta Von Trier, açılışta görkemli bir Wagner müziği (Tristan ve Izolde) eşliğinde sunulan ve sonradan bir bölümü Justine'in düşleri olarak karşımıza çıkan sabit, kimi zaman slow-motion (yavaşlatılmış) görüntülerle, perdeyi birden anlatılamaz bir şiire dönüştürür. Sonrası daha çizgisel ve daha klasiktir. Vatandaşı Thomas Vinterberg'in (bizde oyun olarak sahnelenen) ünlü Festen - Şenlik filmindeki gibi, kalabalık bir düğün boyunca bir büyük aile ve akrabalarının tüm içyüzü ortaya dökülür. Yönetmen, kurucularından olduğu Dogma ekolüne ve onun temel ilkelerinden 'omuz kamerası'na sadıktır, kıpır kıpır görüntüleriyle. Buna karşılık, 'star kullanmama' ilkesini çöpe atar: Karşımızda bir düzineye yakın ünlü ve başarılı oyuncu vardır. İkinci bölüm, daha içe dönüktür. Büyük aile hesaplaşması, yerini ortak bir felaket korkusuna bırakır. Ama bu film elbette Kıyamet Günü veya 2012 değildir. Von Trier'in kahramanları, olayı çok küçük bir çerçevede, mistik bir korku olarak yaşarlar. Erkekler çabucak teslim olur ve havlu atar. Küçük Leo'nun dışında. Ama kadınlar güçlüdür, çökseler bile hemen doğrulurlar. Bu açıdan, filmi feminist diye nitelemek abartma olmaz. Malick'in Hayat Ağacı'ndaki zengin görselliği ve perdeyi tuale çevirme tavrı, bende ve kimi eleştirmenlerde bir yapaylık ve özenti duygusu yaratmıştı. Von Trier ise yaptığına kesinkes inanmaktadır ve bu gizemli biçimde büyüleyici film, onun yüreğinden fışkıran canhıraş bir çığlıktır. Kadınları aile, evlenme, kadın-erkek ilişkileri gibi onlar için yaşamsal konularda kafa yorarken, erkekleri (en azından Justine'in patronu ve Claire'in kocası) sadece para-güç-iktidar üçgenine değer veren bu kalabalık buluşmadaki insan tasvirleri ve dertleri mi daha dramatiktir, yoksa dünyamızın yaklaşan sonuna tanık olmaya hazırlanan iki kızkardeşin durumu mu? Kararı siz vereceksiniz. Von Trier, bu filmle zirveye çıkıyor ve ilk dönem başyapıtlarının düzeyini yakalıyor. Cannes ödüllü ve önümüzdeki ödüllerin de olası adayı Kirsten Dunst ise, her hali ve durumuyla 'Kadın'ı oynayarak bir büyük başarıya imzasını atıyor. En küçüğünden büyüğüne tüm oyuncuları, eşsiz görüntüleri ve Wagner müziğiyle, kolay unutulamayacak bir başyapıt.
MELANKOLİ ****
(Melancholia)/ Yönetim ve senaryo: Lars Von Trier/
Görüntü: Manuel Alberto Caro/
Oyuncular: Kirsten Dunst, Charlotte Gainsbourg, Alexander Skarsgaard, Brad Corbett, Kiefer Sutherland, John Hurt, Charlotte Rampling, Stellan Skarsgaard, Udo Kier, Cameron Spurr, Jesper Christensen/ Danimarka- İsveç- Alman-Fransız ortak-yapımı.