Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NUR ÇİNTAY

Edebiyat seyahatte!

Öyle bir seyahatname olsun ki hemen yola çıkma hevesi uyandırsın ya da gitmiş kadar tat versin. Evliya Çelebi'yle anılan ama 1930'larla coşan gezi edebiyatı bize en baba isimlerin gözünden dünyayı anlatıyor. Bazen kadınlar, bazen sinekler üzerinden!

Bir yazarın çıktığı gezilerdeki izlenimlerini, tabii biraz da edebi bir üslupla anlattığı yazı türüne seyahatname deniyor. 1500'lere kadar geri gitmeye kalkarsak, Ali Ekber Hatâi adlı bir tacirin İstanbul'da yazıp Sultan Selim'e, sonra da Kanuni'ye sunmak istediği Hıtâinâme ile Seydi Ali Reis'in Mirâtü'l-Memâlik'ini saymak gerekir. Ama seyahatname adını tam anlamıyla hak eden eserin Evliya Çelebi'nin Tarih-i Seyyah diye de anılan Seyahatname'si olduğu söylenir. Uzun yıllar gezi edebiyatından yana pek hareket olmamış. Ancak 19. yüzyılın ikinci yarısı itibarıyla bir bolluk bereket: Ahmet Mithat Efendi'nin Avrupa'da bir Cevelan'ından sonra, Tabip Albay İbrahim Abdüsselam'ın Yemen Seyahatnamesi'nden Mehmet Mihri'nin Sudan Seyahatnamesi'ne, adeta çorap söküğü... Daha yakın tarihe ve aşina olduğumuz isimlere mi gelelim? Falih Rıfkı Atay'ın Londra Konferansı Mektupları'ndan Ahmet Haşim'in Frankfurt Seyahatnamesi'ne, Ahmet Rasim'in Romanya Mektupları'ndan Reşat Nuri Güntekin'in Anadolu Notları'na, saymakla bitmiyor. Gezi yazarlığı ustalık isteyen iş; kıvrak bir zekâ, dikkatli bir göz, gördüğünü anlamlandırabilecek donanım şart. Esaslı bir betimleme yeteneği de lazım ki okuyanda gitme hevesi uyandırsın. İyi bir gezi yazısını okumak, neredeyse oraya gitmek kadar zevkli olabiliyor. Hem anlatılanlar hayal mahsulü değil de hakikat olduğu için tarihte gezinti... Hem de öznel olduğu, gündelik hayattan envaiçeşit detay barındırdığı için ilginç, eğlenceli, samimi... Türk Dili dergisinin Gezi Özel Sayısı (1 Mart 1973) cevherdir bu açıdan. Edebiyatın en baba isimleri, bize dünyayı anlatır. Ve de bu bazen kadınlar, bazen sinekler üstünden olur! Ucundan tadalım...

EVLİYA ÇELEBİ VİYANA, 17. YÜZYILIN ORTALARI

"Suyunun ve havasının güzelliğinden bütün kadınları güzel, boyu posu yerinde, hoş ve peri gibi olup sayısız parlak güneş gibi güzellik sahibi, hiç kusursuz kızlar var. Bunların her kımıldanışları, her hareketleri, yürüyüşleri ve konuşmaları adamı hayran eder ve her bir kız oğlan kızın cim cim ve büklüm büklüm olmuş saçlarının her teli bir karanlık gecedir, benlerinin her biri Abbasoğullarının bayrağı gibi kara, bin kez tatar miskini kıskandırmağa değer. İşte böyle kızları var. Ama şaşılacak, görülmedik bedenlerine gelince bu ülkede tuhafıma giden bir temaşa gördüm. Kaçan yolda bir kadın giderken kral o kadına rastgelse eğer at üzerinde ise kral at başını çekip durur, sonra kadın geçer. Eğer çasar yayan ise yine kral bir kadına rastgelse el kavuşturup durur. Kadın kralı selamlar, kral da başından şapkasını çıkarıp kadını ulular. Kadın geçtikten sonra kral geçer, garip temaşadır. Bu ülkede ve kâfirler ülkesinde söz kadının olup, Meryem Ana aşkına kadını ulularlar ve onlara değer verirler." (Sadeleştiren: Orhan Şaik Gökyay)

NAMIK KEMAL LONDRA, 1800'LERİN İKİNCİ YARISI

"Bütün dünyayı dolaşmağa ne hacet! Yeryüzünde bulunan uygarlık eserlerinin fotoğrafla resmi alınmış olsa, günümüz uygarlığını ancak Londra kadar gösterebilir. (...) Dükkânları vardır ki, sözgelimi, terzilerin işlettiği bir mağazada, bizim Üsküdar halkının yedi yaşından yetmişine kadar insanlarının hepsini giydirip kuşatmaya yetecek giysi görülür; içinde eşya göstermek için yedi sekiz yüz erkek, beş altı yüz kadın görevli bulunur." (Sadeleştiren: Atilla Özkırımlı)

H. RAHMİ GÜRPINAR MISIR, 1933

"Bu ülkede sıcaklar hâlâ sürüp gidiyor. Sinek öldürmek için iki çeşit araç kullanılıyor; ikisinden de aldım. Akşamlara kadar sinek avlıyorum. Bunun hiç de kârlı bir iş olmadığını bilirsiniz. Japonya'da çok avlayanlara ödül veriyorlarmış. Yeni başladım. Bu işin acemisiyim. Dört beş saldırıda ancak bir tane öldürebiliyorum. Sekiz on sinek azaltmakla bu ülkeye ne kadar yararlık gösterdiğimi bilmiyorum. Mısırlılara geçen bu emeğimin, belki İstanbul'da kimi meslektaşlarca aşağsanan yazarlığımdan daha çok beğenileceği umudundayım." (Sadeleştiren: Atilla Özkırımlı)


AHMET RASİM SOFYA, 1916

"Bulgar kadınlığında açık bir solukluk var. Duru, pembe üzerine beyaz, ebru ebru, fiske vursan kan fışkıracak gül yanak buralarda yok. Gelsin esmer, sarılıktan yeni kalkmış olanların yüzlerinde görülen hafif kara-sarı renk. Çekme burun ender. Uca yakın basık, sipsivri, biçimsiz tümsek, etli cins oldukça bol. Hokka ağız, gonca-fem de görülmüyor. Hele etli, kırmızı dudağın izi yok. Bilmem ki göz dalmaları, kırpmaları, burun şişirmeleri, dudak büzmeleri bunlarda da var mı?" (Sadeleştiren: Atilla Özkırımlı)


ABDÜLHAK HAMİT BOMBAY, 1884

Buranın sıcakları başladı. Ben her gün bundan daha sıcak olur mu diyorum. Hintliler daha sıcak başlamadı diyorlar. Akşam sabah suya giriyorum. Elimden gelse hiç çıkmayacağım. Birkaç gün oluyor ki bu Mathiran diyorlar bir büyük dağ var. Eteğine trenle iki saatte, tepesine sedye ile iki buçuk saatte çıktım. Bir de tepeye varayım ki sanki kış. (...) Mathiran'da gece bir Hintlinin konuğu oldum ki bir İngiliz metresi vardı. O çirkin herifle o güzel kızın toplantısında Othello'yu okumuş gibi oldum. Herif yüz züğürdü ama pek zengin, sonsuz kertede de kıskanç. Kız bunun parasına âşık olmuş değil, vergililiğine kul olmuş bir kız. Şaşılacak şey. O gece pek eğlendim." (Sadeleştiren: Dr. İbrahim Kutluk)


AHMET HAŞİM PARİS, 1921

" Ünü dünyayı tutan Paris kadını binde bir güzeldir. Paris caddelerinde rastlanan güzel kadınlar, çoğunlukla ya güneyli ya da yabancıdır. Fakat estetik ölçülerine uygun bir güzelliği olmayan Parisli kadınlar, ayrıcasız sevimlidirler. Mide bulandırıcı çirkinliğe burada hiç rastlamadım. Çok süssüz giyinen, çoğunlukla daha saçlarını kestirmeyen kadının bütün tehlikeli çekiciliği, ağır başlılığından, saflığından, konuşmasından ve özellikle anlatılmaz cilve ve davranışından geliyor. Bunlar, dünyanın en güzel kadınlarına Parisli kadının yüreklilikle meydan okuyabilmesi için yeterlidir." (Sadeleştiren: Orhan Ural)

ATTİLA İLHAN NAPOLİ, 1957

"Şimdi şeytan bana ne diyor? 'Bırak' diyor, 'Vapur gitsin, sen deniz kıyısına bir iskemle at, çıkar balık takımlarını...' Şüphesiz vapur gitmiyor. Yeniden ona dönüyoruz. O, Napoli'den de geçip gidiyor. Napoli: Seni unutmuyorum! Artık Marsilya yolundayım. Her karışı ekilmiş, her karışına şehirler, köyler kurulmuş İtalyan sahillerini; Capri'yi ve diğer adaları terk ediyoruz. Göktaşı renginde açık deniz, arzularımızın ve çılgınlıklarımızın ateşiyle ısınmış, tekrar kollarını açıyor. İnsanları, büyük şehirlerin velveleli hayatını, çocukluğumu ve artık bana bile hiç yaşanmamış bir şey; herhangi bir yazarın edepsiz muhayyilesinde tasarlanmış bir şey gibi gelen aşkımı hatırlıyorum."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA