Sadece Batılı ülkelerin değil dünyanın geri kalan ülkelerinin de temel direği konumundaki orta sınıflar büyük bir ekonomik erozyon ve refah kaybı yaşıyor. Küresel Kuzey'deki analistler bu değişimin mevcut Batılı devletler sisteminin çöküşüne yol açacağı tahmininde bulunuyor. Nitekim toplumsal rahatsızlıklardaki yükseliş ve sandık sonuçlarından çıkan popülist siyasetçi enflasyonu bunun ilk belirtileri
Avrupa ve ABD dışında Rusya, Çin ve Hindistan ile Latin Amerika, Asya ve Afrika'daki ülkelerde de görülen orta sınıflardaki refah erimesi giderek küresel bir sosyo-ekonomik salgına dönüşüyor.
Mevcut akademik teoriler ve uyguladıkları metodolojiler bu gerçeği bütün çıplaklığıyla görmemizi perdeliyor.
Bu sorun en başta devletlerin önceliklerini de dönüştürecektir. Günümüzdeki devlet yapısı iç politik taleplerden ziyade dış politik tehditlere ve risklere odaklıdır.
Dünyada sadece ABD iç politik ihtiyaçlarının güdümünde veya ona paralel bir dış politika izleyebiliyor. Diğer ülkelerin izlediği uluslararası siyaset daha çok dış faktörlere endeksli endüstriyel ölçekteki savaşlar ve ekonomik küreselleşmenin taleplerine göre şekilleniyor.
***
Yani günümüzdeki
devletlerin ezici çoğunluğunun meşruiyeti halkından, onun
sosyo-ekonomik ve jeo-kültürel
taleplerini yerine getirmekten
ve genel olarak ulusunun
refahını artırmaktan kaynaklanmıyor.
Çağımızdaki devletlerin varlığının meşruiyeti daha çok
uluslararası statükonun verdiği onaydan ve emperyalist odağın devletlere yüklediği görevleri hakkıyla yerine getirmesinden oluşuyor.
Haliyle çok az devlet evrensel piyasa ekonomisinin normlarına karşı çıkıp kalkınma parametrelerini kendi başına belirleme lüksüne ve gücüne sahip konumda.
Bu da devletlerin vatandaşlarını mutlu etme ve onlara güven içinde rahat bir yaşam sunma görevlerini hakkıyla yerine getirmesini engelliyor. Sonuç olarak
küresel sisteme entegre olmadan devletlerin sorunlarını çözme kabiliyetleri her geçen gün azalıyor.
Bunun pratik sonucu olarak
iç politik imkânlar daralırken diplomatik aygıtlar ve daha genel olarak dış ilişkilere yön veren kurumlar ile bu kurumlara sunulan destek ve imtiyazlar hayal edilemeyecek kadar genişliyor.
Bunun nedeni dış ilişkilerdeki sorunları çözmenin iç sorunları da çözeceğine ve toplumsal beklentileri karşılayacağına dair yanılgıdır.
Oysa dışarıdaki bu olağanüstü performansın kazanımlarını içerideki halktan çok dışarıdaki
küresel statükonun tahtında oturan meşruiyet dağıtıcısı aktörler yiyor.
***
Bu nitelikleriyle günümüzdeki modern devletlerin çoğu aslında sadece dış politika ile ilgilenmekten mutlu olan
Ortaçağ Avrupası'ndaki devletler sistemine sahiptir. Çünkü her açıdan dışarıya bağımlı hale gelen günümüzdeki devletlerin çoğu tebaasının günlük yaşamına ve manevi dünyasına olumlu anlamda basit bir katkıyı ve refahı dahi sunacak imkân ve mekanizmalardan yoksun.
Çünkü
ulusal olanın küresel olan üzerinde bir etkisi yok. Tam tersine
küresel talepler ulusal taleplerden daha öncelikli ve daha belirleyici.
Dolayısıyla
devletlerin çoğu aslında egemenlikten mahrum konumda.
Günümüzdeki
küresel nitelikli sorunlara ancak ulusal çözümler üretebilen devletler sadece egemen olabiliyor.
Ne var ki mevcut devletlerin çoğunun savaşlardan, ekonomik ve teknolojik gelişmelerden kaynaklı sorunlar ile korona gibi küresel ölçekteki salgınlar karşısında yetersiz kaldığını görüyoruz. Bunun en somut tezahürü
eşitsizlik ve adaletsizliğin artmasıdır.
Nüfusun büyük kesiminin gelirlerindeki düşüş ve refah kaybı Batı'dakiler başta olmak üzere dünya çapındaki orta sınıfları kademeli olarak neredeyse bitirme noktasına getirdi.
Haliyle
tasarrufa dayalı orta sınıfların çöküşü ve
en alttaki kesimlerin ise adeta paryalaşması ulusal
kamu barışı ve istikrarını temellerinden
sarsıyor.
Sosyo-ekonomik depremler şeklinde nükseden bu dönüşümler orta ve uzun vadede ister istemez sistemin meşruiyetini de erozyona uğratacaktır.
Bu da
devletlerin içeriden devşiremediği gücü daha çok
dışarıdan yani
emperyal başkentlerden devşirmeye itecek
ve
ulusal devlet sisteminin küresel merkezlere bağımlılığını daha da körükleyecektir.