Litvanya'daki NATO Zirvesi, aynı zamanda 31 üyesiyle 1 milyar insanın güvenliğini sağlayan dünyadaki en büyük askeri ittifakın üç ayrı paradoksunu da gözler önüne serdi. Unutmayalım ki ekonomik açıdan da NATO üyelerinin toplam cirosu 32.4 trilyon dolara ulaşıyor. Başka bir deyişle NATO üyesi ülkelerin dünya ekonomisindeki payı yüzde 45'i buluyor. Bu devasa üstünlüklerine rağmen zirvede de görüldüğü üzere NATO, iç ve dış dinamiklerden kaynaklanan paradokslarını hâlâ aşabilmiş değil.
İlk paradoks, NATO'daki genişleme ile birlikte ittifak içindeki bölünmenin de giderek derinleşmesidir. Nitekim ABD ve Almanya, Ukrayna'nın hemen üye yapılmasına karşı çıkarken başta Baltık ülkeleri olmak üzere doğu kanadı Kiev'in bir an önce üye yapılmasını savundu.
NATO ile ilgili ikinci paradoks, ittifakın üye ülkelerin çıkarlarından ziyade ABD'nin Avrupa, Baltık ve Pasifik'teki çıkarlarına göre yapılanmasıdır. Ukrayna krizinden sonra Almanya'nın destek verdiği bağımsız Avrupa ordusu süreci başka bir bahara kalırken Fransa'nın her platformda seslendirdiği Avrupa'nın stratejik özerkliğini güçlendirme hamlesi de ağır bir darbe yedi. NATO, Soğuk Savaş'taki gibi yeniden ABD'nin bir imperium (emperyal hâkimiyet) aracına dönüştü.
Üçüncü ve en hayati paradoks ise NATO'nun ABD öncülüğünde devreye soktuğu yeni güç modelinin Rusya ve Çin gibi aktörlerin dışarıdan Türkiye ve Almanya gibi aktörlerin ise içeriden yaptığı basınçla istenilen randımanı verememesidir.
***
Ancak bütün bu dilemmalara rağmen NATO'nun
Rusya ve Çin'i hedef alan II. Soğuk Savaş yapılanması, üç aktörün maksimum fayda sağlamasına yol açıyor. En büyük faydayı elde eden kuşkusuz ABD. Yeni NATO konseptiyle ABD hem müttefiklerini konsolide edip sahaya sürdü hem de
Avrupa'nın askeri, siyasi ve ekonomik özerklik sürecini baltaladı.
Avrupa Birliği'nin (AB) üye sayısı 28'de kalırken
ABD'nin patronu olduğu NATO'nun üyeleri 31'e çıktı. İsveç ve Ukrayna'nın katılımıyla bu sayı 33'e ulaşacak.
Yani ABD'nin ittifakı olan NATO'ya üye olan Avrupalı ülke sayısı Avrupa'nın kendi ittifakı olan AB'den fazla. Bu da Ukrayna krizi ile başlayan uzun soluklu yeni Soğuk Savaş'ta
AB'nin NATO'ya giderek daha çok bağımlı kalacağını gösteriyor.
NATO'daki yapılanmadan
en fazla çıkar sağlayan ikinci ülke Rusya. Çünkü Rusya,
NATO'nun temel taşı olan
'caydırıcılık ve savunma' gibi stratejik kavramlarını boşa çıkarıyor.
Haliyle ABD, Ukrayna'yı ittifaka almayarak hem
Rusya'dan çekindiğini hem de
savaşı uzatarak avantajını daha da artırmaya çalıştığını gösterdi. Topçu mermisi ve mühimmatı biten ABD, sırf kriz derinleşsin diye bazı müttefiklerin itirazına rağmen savaş suçu kapsamına giren
misket bombalarını Ukrayna'ya gönderme kararı aldı.
Oysa savaşın uzaması Rusya'ya, Ukrayna krizini de Gürcistan ve Moldova'dakiler gibi dondurarak nüfuzunu hem alan hem zaman bakımından yayma imkânı verecektir. Zira çözülmemiş sorunlar, Moskova'ya bu ülkelerin yönü üzerinde güçlü bir etki ve
Avrupa-Atlantik toplumuna entegrasyonları konusunda fiili bir veto kazandırıyor.
NATO'nun 'yeni güç modeli'nden en fazla avantaj sağlayan
üçüncü aktör ise Türkiye.
Nitekim büyük güçler arasındaki mücadelede
kendi eksenine ve çıkarlarına göre hareket eden Türkiye, her iki tarafla da ilişkilerini devam ettirerek stratejik kazançlarını her geçen gün artırıyor.
Son NATO zirvesinde bunu bir kez daha gördük. Bu yeni
stratejik özerklik sayesinde Türkiye hem bölgesinde hem küresel sahnede ağırlık merkezine dönüşerek
yeni dengelerin oluşmasını sağlıyor.
Dolayısıyla yeni Soğuk Savaş ve küresel güçler arasındaki mücadelenin yeni formu olarak karşımıza çıkan
NATO'nun yeni güç modelini bir anlamda
Yeni Türkiye'nin jeo-politik şahlanışının filigranı şeklinde görmek gerekir.