'Batılı kapitalist demokrasi modeli' denilen küçük bir oligarşik sınıfın bütün yönetim kademelerine hâkim olduğu 'küresel nomenklatura/seçkinlerin egemenliği' sistemi çözülüyor. Artık gelir dengesizliğini siyasal, sosyal ve hukuksal eşitlikle perdeleme illüzyonu pek taraftar bulmuyor.
Ekonomide serbest pazarcı imajı veren Anglosakson dünyanın özgürlük ve demokraside nasıl da vahşi birer despota dönüştüğü görüldü. Toplumlar, sermayeyi elinde tutan bir avuç kesimin yol açtığı ulusal ve küresel çaptaki krizlerin maliyetini ödemekten bıktı.
Benzer şekilde insanlar arasında devasa kazanç ve servet farkına yol açan kapitalist demokrasinin, milli iradenin bir tecellisi olarak pazarlanması dönemi de geride kaldı. Bugün Batı'nın liberal değerleri her yönden gelip ırkçılığa demirlemiş durumda.
Sadece düşünsel değil sosyo-ekonomik krizi de derinleşen ve insanlığa sunacak bir değeri kalmayan Batı'nın geleceğe dair ideolojik üretimi de iflas etmiş hâlde.
Askeri ve kavramsal üstünlüğünü yitiren ABD liderliğindeki Atlantik sisteminin deyim yerindeyse tıpkı Ortadoğu'daki diktatörlükler gibi içine yuvarlandığı toplumsal ve siyasi meşruiyet girdabı giderek derinleşiyor.
***
Çünkü Harvard çetelerinin 1980'lerden sonra kurguladığı neo-liberal yapının paravan bir talan mekanizması olduğu ortaya çıktı.***
Zira liberal kapitalist dünya sistemi rızayla değil kan, savaş ve gasplarla oluşturuldu. Sistemin özü 'güç dengesine' değil 'güç vahşetine' dayanıyor.
Bu vahşi denge bozulduğu için sistemin mimarı olan ABD ve havarileri panikte.
Her yerde iç savaş, darbe ve bölgesel çatışmaları körüklüyorlar.
Kapitalizmin kriziyle birlikte post-kolonyal küresel yapılar da peş peşe dağılıyor. Tarihin sonunu ilan eden liberal hegemonya Asya'nın yükselişine karşı tutunamadı.
Emperyal amaçlarla tedavüle sokulan terörle savaş ve kaos politikaları akamete uğradı.
Reel-kapitalizmin darboğaza girdiği yeni dönemde süper güçlerin olmadığı bir dünya söz konusu. Giderek çok kutuplu hale dönüşen bir uluslararası sistem var.
Atlantik İttifakı'nın gerileyişi ister istemez Asya-Pasifik ile Ortadoğu'da Çin, Rusya ve Türkiye gibi 'bölgesel güçler'in yükselişini tetikledi. Bu yeni güçler hinterlandlarını yeniden düzenleyerek birer küresel aktöre dönüştü.
ABD ve AB'nin genişlemesi dururken Türkiye benzeri yeni aktörlerin etki alanı ise giderek artıyor. Dünya, Batı'nın tek egemen olmadığı yeni ve çok kutuplu bir geleceğe doğru ilerliyor.
İşte tam da burada unutmamalıyız ki en iyi istikamet bir hedefe yürümektir. Hedefimizdeki bu yeni geleceğe ulaşmanın en iyi yolu da bizzat kendimizin inşa ettiği yoldan ilerlemektir.
Boşuna, "Ya bir yol bul ya da bir yol aç. Yoksa ya yolda kalırsın ya da o yoldan çekilirsin" dememişler.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz