Dünya büyük bir dönüşümden geçiyor. Küresel jeopolitik dengeler kökünden sarsılıyor. Atlantik merkezli eski dünya yerine Avrasya merkezli yeni bir dünyanın doğuşuna ve yükselişine şahitlik ediyoruz. Küresel ve bölgesel düzeydeki her tür gelişme bu değişimin birer göstergesi niteliğinde.
Ne var ki dünyaya Atlantik'in gözlükleriyle bakanlar ABD aleyhine değişen dengeyi ideolojik nedenlerle perdelemeye ve manipüle etmeye çalışıyor. Fakat güneş balçıkla sıvanmıyor.
Ukrayna'dan Suriye'ye, göçmen akınından gıda tedariki zincirindeki aksaklıklara, korona salgınından enerji sorununa, hayat pahalılığından güvenlik tehditlerine kadar üst üste gelen çoğul kaotik krizleri yönetmede ve çözüm bulmada öne çıkan aktörlerin Avrupa ve ABD yerine daha çok Rusya, Türkiye ve Çin gibi yeni dünyanın kurucu aktörleri konumundaki ülkeler olduğunu görüyoruz.
Nitekim son olarak tahıl koridoru anlaşmasında da görüldüğü üzere Türkiye gıda krizinin çözümünde kilit ülke olduğunu dünyaya bir kez daha gösterdi. Aynı kilit ülke konumunu Suriye meselesinde, Avrupa'nın güvenlik mimarisinde, Kafkasya, Doğu Akdeniz, Balkanlar, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki kritik gelişmelerde de ispatlayan bir aktör olarak ortaya çıkıyor Türkiye.
***
Benzer şekilde Rusya ve Avrupa arasındaki enerji krizinin aşılmasında da Çin'in Kuşak Yol Projesi'nin hayata geçmesinde de dünyanın gözü yine vazgeçilmez konumdaki Türkiye üzerinde.
Bu bağlamda dünyada büyük güçler arasındaki rekabet kaldığı yerden devam ediyor. Karşıtlıklar ve ittifaklar yeniden şekilleniyor.
Eskiden olduğu gibi Türkiye küresel güçler arasındaki mücadelede dengeleri değiştirebilecek konuma sahip nadir aktörlerden biri yine. Bu nedenle bütün jeopolitik konfigürasyonlarda hesaba katılan bir ülkeyiz.
Küresel rekabetin giderek şiddetlendiği günümüzde dünyanın şu an maruz kaldığı sorunların çoğu ABD'nin ideolojik hırslarından kaynaklanıyor. Zira ABD değişen küresel şartları kabul etmekte zorlanıyor.
Aslında ABD için alarm zilleri 1980'lerde çalmaya başladı. İlk uyarıyı yapan ise 1986'da çıkan "Büyük Güçlerin Yükseliş ve Düşüşü' isimli kitabıyla Paul Kennedy oldu. Kennedy'nin işaret ettiği gerçeği ilk itiraf edebilen Amerikalı başkan ise Barack Obama'ydı. 2010 yılının Ocak ayında ulusa seslenen Obama, "ABD için ikinci sıraya razı olamam" diyerek "Pivot Asia/Asya'da oyun kurmak" diye bilinen Rusya ile Çin'i çevreleme projesinin startını verdi.
***
Ancak realiteyi değiştirmek öyle sanıldığı gibi kolay değildi artık. Amerikan siyasi elitleri, Kennedy'nin uyarıları yerine Francis Fukuyama'nın 1992'de piyasaya sürdüğü Tarihin Sonu masalına inanmayı tercih etti. Manipüle ettikleri dünyanın gözünü de bu ve buna benzer küresel anlatılarla boyadılar.
Oysa Kennedy daha 1986'da 'küresel jeopolitik değişimin temelinin eşitsiz büyümeye göre şekillendiğini' vurgulamıştı. Bu varsayımı daha anlaşılır olması için verilerle ifade edelim.
Bazı resesyonist aralıklar hariç ABD 1950'den 2020'ye kadar hep büyüdü. 1960 ila 2020 arasında ABD'nin milli geliri 5.5 kat arttı. Aynı dönemde dünyanın geri kalan ülkelerinin toplam geliri ise 8.5 kat arttı.
Rakipleri ile ABD arasındaki büyüme farkı ise devasaydı. Örneğin 1960 ila 2020 arasında ABD'nin 5.5 kat büyümesine karşın Çin'in büyümesi 92 kat arttı. 1960'ta ABD'nin ekonomisi Çin'in 22 katı iken 2020'de ise ancak 1.3 katı kadardı.
Başka bir deyişle küresel ekonomik pasta herkes için büyüdü. Fakat ABD ve Avrupa'nın payına düşen dilim azaldı. Önümüzdeki süreçte dilim daha da azalacak
Bir bakıma ekonomik güçteki görece azalma ABD'nin küresel güç projeksiyonunun hareket kabiliyetini de kısıtlıyor. Yani Amerikan siyasilerinin küresel ihtirasları ile kapasiteleri arasındaki açık giderek artıyor.
Ancak bu güç açığına rağmen ABD hâlâ direniyor ve kriz üreterek hükmünü sürdürmeye çalışıyor. Dolayısıyla küresel sorunların çözümü bir bakıma ABD'nin siyasi anlamda çözülmesine ve gerçeği kabul etmesine bağlı.
Yani ABD'nin ideolojik ihtiraslarından vazgeçmesi gerekiyor. Aksi halde yeni dünya ABD'yi bu realiteyi kabule zorlayacaktır. Zaten gelişmeler de bunu gösteriyor.