Ortadoğu bir hafta arayla iki önemli zirveye ev sahipliği yaptı. İlki ABD Başkanı Joe Biden'ın da katıldığı Suudi Arabistan'daki Cidde zirvesiydi. Körfez İşbirliği Konseyi üyesi 6 ülke ile Mısır, Irak ve Ürdün'ün hazır bulunduğu zirve hayli pasif geçti. Dişe dokunur bir sonuç alınamadı.
16 Temmuz'daki Cidde zirvesinden üç gün sonra ise İran'ın başkenti Tahran'da ikinci bir zirve yapıldı. Türkiye, Rusya ve İran'ın katıldığı zirveye dünya kamuoyu Cidde'dekinden daha fazla ilgi gösterdi.
Çünkü ABD Başkanı'nın Cidde çıkarması her açıdan fiyaskoyla bitti.
Donald Trump'ın Mayıs 2017'deki ünlü 'küre ittifakı' ile sonuçlanan Arabistan ziyaretini hatırlatan Amerikan medyası, Biden'ın Ortadoğu turunu her açıdan tam bir bozgun diye tanımlıyor.
Tahran'daki zirve ise İran'ın ABD ile nükleer anlaşmaya geri dönüş müzakerelerinin çöktüğü bir dönemde gerçekleşti. Bu yönüyle İran, Rusya ve Türkiye'nin yanında poz vererek Batı'ya karşı yalnız olmadığı mesajını verdi. Benzer şekilde Rusya da Ukrayna Savaşı'ndan sonra Batı'nın uyguladığı siyasi ve ekonomik ambargolara karşı izole edilemeyeceğini gösterdi.
***
Tahran'da bütün gözler en çok da küresel ve bölgesel denklemlerdeki belirleyiciliği ile dikkat çeken yeni dünyanın kurucu aktörlerinden Türkiye üzerindeydi.
NATO üyesi ve Atlantik'in en kritik ülkesi Türkiye'nin Suudiler, BAE ve İsrail ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açtığı dönemde aynı zamanda Rusya ve İran ile de yeni mutabakatlara varması dünyada ABD hariç kimse tarafından endişe ile karşılanmıyor. Zira Türkiye'nin Rusya ve İran ile artan yakınlaşması diğer ülkelere karşı düşmanca bir cephe kurma anlamına gelmiyor.
Hatta hassas bir süreçte bloklar arasındaki cepheleştirmeyi sertleştirmekten ziyade diplomasi kanallarına işlevsellik kazandıran etkisiyle Türkiye dünyadan takdir görüyor.
Bu da ülkemizin milli menfaatlerini savunmada farklı dünyalara ait aktörlerden gelebilecek dirençleri yok ediyor. Nitekim ABD ve Avrupa gibi Rusya ve İran da bazı endişelerini dile getirmelerine rağmen en nihayetinde Türkiye'nin Tel Rıfat ve Münbiç'e yönelik operasyonunu onaylamak zorunda kaldı. Böylece Sayın Erdoğan, Türkiye'nin taleplerini Tahran'da kabul ettirdi ve üç ülke terörizme karşı Suriye'de işbirliği yapma konusunda uzlaştı.
***
Bu bağlamda Cidde'deki zirve eski dünyanın jübilesini andırırken Tahran'daki zirve ise yeni dünyanın küresel statükoya karşı meydan okuyuşunu simgeliyor. Her ne kadar ABD Başkanı Biden, Cidde'de "Ortadoğu'dan çekip gitmeyeceğiz. Bölgede Çin, Rusya veya İran tarafından doldurulacak bir boşluk bırakmayacağız" diye konuşsa da bu çıkış ne bölgedeki müttefiklere ne de Batılı kamuoyuna inandırıcı geldi.
Kimse ABD'nin retorik cambazlıklarına artık aldanmıyor. Zira ABD'nin çizdiği pembe algı tabloları bölgenin ve dünyanın realiteleri karşısında tuzla buz oluyor
Özellikle Türkiye, Rusya ve İran'ın izlediği aktif ve ilkeli politikalar daha çok güven uyandırıyor. Bölgedeki ülkeler ABD'den çok bu üç aktörün inşa ettiği olumlu geleceğe daha fazla prim tanıyor.
ABD'nin işgal ve darbe politikalarıyla adeta ölüm ve kaos yurduna çevirdiği Ortadoğu'ya hâlâ yüzü kızarmadan 'işbirliği' önermesi zaten her açıdan tarihi bir jeopolitik trajedidir.
Bu nedenle Biden'ın Cidde zirvesindeki fiyaskosunu her açıdan ABD'nin bölgedeki tükenişinin miladı olarak görmek lazım.