Rus yazar Lev Tolstoy'un ünlü romanı Savaş ve Barış ölmez bir edebi eser olmanın yanında aynı zamanda önemli bir tarih felsefesi kitabıdır da. Düşünürler bu nedenle Tolstoy'un dört ciltlik romanının sonuna eklediği 150 sayfalık felsefi bölüme adeta ayrı bir 'kaynak eser' muamelesi yapar.
Bugünlerde dünya Ukrayna'daki krize kilitlenmiş durumda. ABD ve İngiltere, Rusya'nın işgal ve savaşta kararlı olduğunu söylerken Rus lider Vladimir Putin ise "Avrupa'da savaş istemediklerini" söylüyor.
Haliyle bütün gözler tansiyonu hayli yükselen krizin seyrini belirleyecek olan Putin'e çevrilmiş halde.
Fakat herkesin Putin'e odaklandığı yerde Tolstoy, dikkatimizi başka bir yöne çekiyor. 1869'da yayımlanan Savaş ve Barış'ta öyle etkileyici tespitlerde bulunmuş ki insan ister istemez "Tolstoy sanki bugün yaşıyor ve gelişmeleri yakından takip ediyor" izlenimine kapılıyor.
Zira tarih felsefesi anlayışından yapacağımız çıkarımla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Tolstoy yaşasaydı eğer krizle ilgili bize şunu söylerdi: "Liderlerin kendi tutum ve kişiliklerinden ziyade tarihin derin güçleri Ukrayna'daki gelişmeleri belirliyor."
***
Kuşkusuz
tarihsel nedenler ile toplumsal ve jeopolitik hedefler arasında sarsılmaz bağlar vardır.
Ancak bu analitik anlayış yerine günümüzde daha çok
antropolojik/ insan merkezli yorumlamaya yatkın bir zihni melekeye sahibiz.
Konuyu netleştirmek adına hemen şunu soralım: Peki nedir Rus lider Putin'i de kontrol eden bu derin tarihi faktörler?
Birçok Batılı siyasi, diplomat, gazeteci ve akademisyen gibi Rus analistlerden Tatiana Stanovaya da
'güç ve üstünlük hissiyle hareket ettiğini' söylediği Putin'i 21. yüzyılda doğmuş bir
Rus Çarı'na benzetiyor.
Bu analizciler Rus lideri
'saldırgan bir tutum' sergileyip krizi tırmandırmakla
suçluyor. Bu kesime
bakılırsa Putin, kendinde tarihin akışını
değiştirebilecek kudreti gören bir
nobranlığa sahip.
Oysa tablo hiç de Batılıların manipüle ettiği gibi değil. Tolstoy'un da vurguladığı üzere dünyadaki gelişmeleri belirleyen asıl faktörler,
yöneticilerin de doğasına nüfuz eden tarihi ve kültürel güçlerdir.
Bu anlamda Tolstoy'un tarih felsefesi penceresinden bakınca Ukrayna yanında dünyanın birçok bölgesindeki
jeopolitik krizlerin mahiyeti de daha net görülecektir.
Böylece günah keçisi olarak önümüze sürülen kişilerden ziyade
tarihin dinamiklerine yoğunlaşama imkânına kavuşuruz.
***
Dolayısıyla Ukrayna krizinin öyle
Atlantikçilerin lanse etmeye çalıştığı gibi Putin'in 'saldırgan karakteriyle' pek bir ilgisi yok.
Putin yerine başka bir lider de olsa Rusya şu anki refleksleri gösterirdi.
Tıpkı
değişen başkanlara rağmen ABD'nin hep aynı kalan
ve hiç değişmeyen
'grand stratejisi'ndeki
rasyonalite gibi...
O yüzden liderlerin karakterleri belirleyici olsa bile o karakterin de tarihsel bir bağlamın ve tasavvurun ürünü olduğunu unutmamak lazım.
Bu açıdan Ukrayna krizine ve Rusya'nın ABD liderliğindeki Atlantik'e meydan okuyuşuna baktığımızda, Putin'i de onun devreye soktuğu stratejileri de derinden şekillendiren
kimi tarihsel faktörler yani tarih yazan Batılı güçlerin tutumları çıkıyor karşımıza.
Bunları şöyle özetlemek mümkün... SSCB'nin yıkılmasından sonra Batı'nın yeni
Rusya'yı barbarca aşağılayan tutumu, Rusya'yı beka kaygısına sürükleyen
çevre ülkelerdeki renkli devrimler, Rusya'nın içişlerine
keyfi müdahaleler, Rusya'ya uygulanan
yaptırımlar ve Rusya'ya karşı kullanılan pejoratif
siyasi ve kültürel söylem.
Bu tarihsel dinamiklere göre krizin Ukrayna ile sınırlı kalmayacağı anlaşılıyor. Çünkü tarihin Putin'e yüklediği misyon bunu gerektiriyor.