Küresel sistemi sarsan askeri, siyasi ve finansal krizlere son olarak pandeminin tetiklediği tedarik zinciri ile fosil yakıtların başrolde olduğu enerji krizleri de eklendi. İskoçya'da 31 Ekim-12 Kasım arasında yapılacak iklim zirvesi öncesi dünyayı sarsan enerji krizi, bir bakıma ABD'nin liderlik ettiği Atlantik sisteminin en güçlü unsuru konumundaki ekonomik ayağının da SOS vermesi olarak okunmalıdır.
Bu bağlamda tedarik zincirindeki sorunlar ve enerji krizi, neo-liberalizm ile reel-kapitalizmin dünyaya dayattığı serbest piyasa uygarlığının darboğazını derinleştirecektir.
Konvansiyonel tahakküm mekanizmaları yerine artık küresel ısınma makyajlı yeşil emperyalizm doktrinine göre hareket eden ABD ve Avrupa'nın Libya, Venezuela, Irak, İran ve Rusya gibi fosil yakıt sektörünün öncü ülkelerine yönelik saldırı ve ambargolarının sonuçlarını bütün dünya yakından hissetmeye başladı.
Aslında bir enerji kıtlığı yok. Libya, Venezuela, İran, Irak ve Rusya'nın arz kapasiteleri mevcut küresel talebi fazlasıyla karşılamaya yeter de artar bile. Ancak dünyanın en büyük rezervlerine sahip bu ülkelerin enerjilerini ihraç etmesine işgal, iç savaş ve ambargolarla engel olan bir Atlantik sistemi var karşımızda. Bu nedenle maruz kaldığımız kriz, bir enerji krizinden öte mevcut emperyal kapitalist sistemin krizidir.
***
İşte bu nedenle sistemi ve statükoyu kurtarmak adına Atlantik'in devreye soktuğu yeşil emperyalizm stratejisi, öncelikli olarak Batı dışı dünyanın enerji sektörü ile enerji zengini ülkelerini hedef alıyor.
Bu sinsi doktrinin nihai amacı ise iklim değişikliği ve küresel ısınma olgusunu Çin, Rusya ve Türkiye gibi ülkelerin ekonomik büyümelerini baltalayacak bir silaha dönüştürmektir.
Unutmayalım ki Batılılar 19. yüzyıldaki emperyalist stratejilerini dünyaya medeniyet götüren 'Beyaz Adamın Yükü' misyonuyla meşrulaştırmaya çalıştı. Bu siyaseti günümüzde 'dünyayı koruma' argümanıyla sürdürüyorlar.
Lacivert'te bu ay çıkan "Kapitalizmin yeni laneti: Küresel ısınma ve yeşil emperyalizm" başlıklı yazımda da dile getirdiğim gibi, "Gelişmiş ülkelerin üçüncü dünyaya dayattığı karbon emisyonu oranları bu toplumların tarım ekonomisinden endüstri ve teknoloji çağına geçişlerini engellemeye yönelik bir tezgâhtır. 'Yeşil devrim ve yeşil bir dünya' sloganıyla propagandası yapılan bu yaklaşım; kuzey ile güney, batı ile doğu, gelişen ile gelişmekte olan ve son olarak merkez ile çevre şeklinde tanımlanan 'The West and the Rest' dediğimiz 'Batı ile Ötekiler' arasındaki sömürüye dayalı fakirlik ve geri bırakılmışlığın 21. yüzyılda da yeni ekolojik projelerle devam ettirilmesinden başka bir şey değildir..."
***
İklim lobisi nedense şu gerçeği perdeliyor... Kalkınmış Batı'nın lokomotifi konumundaki Endüstri Devrimi, şu anda çevre ve dünya için zararlı görülen fosil yakıtların yani petrol ve kömür ile diğer maden ve minerallerin ekonomisine dayanıyordu.
Şimdi ise aynı Batı kendi yol açtığı küresel ısınma felaketinden ekonomik, politik ve ideolojik faydalar elde etmeye çalışıyor ve faturayı da 'ötekilere' kesiyor.
Fakat bu sinsi strateji artık dikiş tutmuyor. Mızrak çuvala sığmıyor. Çünkü tedarik zinciri sorunu ve enerji krizi hem konvansiyonel reelkapitalizmin hem de bu sistemin yerine ikame edilmeye çalışılan yeşil emperyalist doktrinin sahteliğini ve foyasını ortaya çıkardı. Dolayısıyla haki renk yerine uygulanan yeni koyu yeşil makyaj da küflenen sistemi çöküşten kurtaramayacak.