Afrika kelimesinin 'rahim', 'doğum yeri' veya 'ruhun evi' anlamına gelen Mısır hiyerogliflerindeki 'af-rui-ka' ifadesinden geldiği söyleniyor. Latince'de ise 'aprica' sözcüğü 'güneşli' demek. Kartaca ve Etiyopya yazıtlarında da 'insanlığın anası' yahut 'cennet bahçesi' şeklinde kullanılmış.
Ne yazık ki bu cennet bahçesi bugün bir cehennemden farksız. Batı'nın izlediği sistematik sömürüyle koca kıta sefalet, yokluk, salgın hastalık, şiddet, iç savaş, terör ve geri bırakılmışlığın tema parkı hâline getirildi.
İki yıl önce Lacivert dergisindeki yazımda da dile getirdiğim gibi Afrika, geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi 21'inci yüzyılda da büyük güçlerin rekabetinde yine en kritik cephelerden biri konumunda. Fransa, İngiltere, ABD'ye Çin de katıldı.
Klasik sömürge yöntemlerinden sonra Avrupa ve ABD, 1990'larda Afrika'yı kültürel, ekonomik ve siyasi anlamda tamamen çökertmeyi planlayan ve sosyal mühendislikteki son aşama olarak gösterilen 'ideolojik kolonizasyon' hamlesini devreye soktu.
***
Bu kapsamda Afrika ülkelerine en basit yardımları bile 'eşcinsel evlilikleri yasallaştırma' şartına bağlayan bir Batı dünyası belirdi karşımızda. Örneğin Barack Obama yönetimi ABD'nin Nijerya'ya yapacağı insani yardımlar için aynı cinsten kişilerin evliliklerini yasaklayan hükmü kaldırmayı şart koştu. Afrika'nın başka sorunu yokmuş gibi.
Afrika'ya destek adı altında kondom ve doğum kontrol haplarına milyar dolarlar ayıran ABD liderliğindeki Batılı ülkeler; altyapı, eğitim, su, ilaç ve diğer temel gıda yardımlarında ise jeo-kültürel asimilasyonu tamamlamak için bin dereden su getirip akıl almaz sosyo-kültürel şartlar ileri sürdüler.
Atlantik dünyasının asıl korkusu, Afrika'nın Türkiye liderliğinde yeniden ikinci bir İslam yurduna dönüşmesidir. Diğeri de Afrika'nın Çin'in denetimine girmesidir.
Unutmayalım ki 1,5 milyarlık nüfuslu Afrika'da bugün 700 milyondan fazla Müslüman yaşıyor. İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) 57 üye ülkesinden 27'si Afrika'da. BM'de de en güçlü grubu yine 54 ülke ile Afrika kıtası oluşturuyor. Günümüzde Batılı sömürgecilerin en temel politikası Müslüman Afrika ülkelerinin en masum siyasi, ekonomik ve kültürel hak taleplerini terörize etmeleridir. 1990'larda AIDS ve diğer salgın hastalıklarla felç edilen Afrika ülkeleri 2000'lerde de terör siyasetiyle kıskaca alındı.
***
Avrupalıların İspanya'daki Endülüs Devleti'ni yıkıp Afrika'daki Müslümanlara yöneldiği sırada harekete geçen Osmanlı İmparatorluğu 1500'lerden 1900'lerin başına kadar Batı'nın Müslüman Afrika'yı sömürgeleştirmesine engel oldu.
Osmanlı ile Afrika ülkeleri arasında 400 yıl süren tarihî ilişkiler bugün Türkiye'ye büyük stratejik avantajlar sunuyor. Bu bağlamda 2000'lerde Afrika'ya yeniden dönen Türkiye nedeniyle ABD ve Avrupa'yı adeta hafakanlar basıyor.
Afrika'da Türkiye ile Çin'in önü açılıyor. Özellikle Avrupa ve ABD'nin ideolojik kolonizasyonu ters tepiyor artık. Geldiğimiz aşamada büyük güçlerin 19'uncu yüzyıldaki rekabetine benzer bir mücadeleye sahne oluyor Afrika yine. Türkiye, 'Daha adil bir dünya mümkün' ve 'Dünya beşten büyüktür' ile simgelenen yeni jeo-politik paradigmasıyla diğer güçler karşısında çok daha avantajlı bir pozisyona sahip.
Tarihi ve kültürel bağları da düşününce Türkiye, her açıdan kıta için en cazip aktör konumunda görünüyor. Unutmayalım ki bugünkü Afrika, ABD ve Avrupa'nın eseridir. Batı'nın bu saatten sonra bu talihsiz kıtaya sunacağı yeni bir şey yok.
Bu nedenle farklı bir anlayışı temsil eden Türkiye'nin Afrika ile bütünleşme stratejisi Batı'nın sömürgeci saltanatını yok edecektir. İşte o zaman yaralarını sağaltan Afrika eskiden olduğu gibi yeniden bir cennet bahçesine dönüşecektir.