3 Kasım'daki seçimlerden kutuplaşarak çıkan ABD'nin birlik ve bütünlüğünün yegâne yolu yeni bir düşman veya sağlam bir müttefik bulmaktan geçiyor. Bu düşman veya müttefikin ise ancak Çin olabileceği söyleniyor.
Çin'e karşı düğmeye ilk olarak Barack Obama basmıştı. 2012'den bu yana 'Pivot Asia/Asya'da oyun kurmak' stratejisi yürüten ABD, ne yapsa da Pekin'in yayılma politikasına engel olamadı.
Tek Kuşak Tek Yol (BRI) projesiyle Avrasya ve Pasifik başta olmak üzere dört kıta ve üç okyanusta ABD'yi dengelemede önemli mevziler kazanan Çin yönetimi, son olarak Donald Trump'ın başlattığı ticaret savaşından da kârlı çıkan taraf oldu.
'Düşmanlık stratejisi' çöken ABD, sekiz yıl önce Pekin'e yönelik başlattığı II. Soğuk Savaş'ta ekonomik ve stratejik anlamda iki ağır yenilgi aldı.
Ticari olarak ABD, pandeminin de etkisiyle Çin'e karşı neredeyse havlu atacak konuma geldi.
Strtaejik açıdan da bırakın Rusya ve Türkiye gibi iki önemli aktörü, Amerikan yönetimi Çin'e karşı Avrupa Birliği'ni bile kendi yanına çekmede başarılı olamadı.
***
Çünkü Soğuk Savaş döneminde ABD'nin Rusya'dan bir düşman yaratma projesinin
jeopolitik ayağı güçlüydü. Fakat 11 Eylül
2001'den sonra İslam'dan ve 2012'den sonra da Çin'den bir düşman inşa etmenin jeo-politik ayakları zayıf kaldı.
Dolayısıyla Çin'e karşı düşmanlık stratejisi altüst olan ABD, şimdi gözünü
ikinci seçeneğe yani müttefik olmaya dikmiş durumda. Yeni seçilen
Joe Biden'a biçilen rol de bu zaten... Çin ile ilişkilere yeni bir format atmak. Bir bakıma Biden, ABD'nin Çin'e karşı çektiği
'beyaz bayrağı' temsil ediyor.
Bu nedenle Biden, kampanya döneminde Rusya'yı ulusal güvenlikleri için hâlâ en büyük tehlike olarak gösterirken Çin'e yönelik ise daha makul bir söylem kullandı. "
Lokmamıza göz dikiyorlar" diyerek Pekin'i daha çok ekonomik açıdan eleştirmeyi tercih etti.
O yüzden şu günlerde ABD'de her kesimden
"Çin ile yeniden detente/yumuşa politikasına geçilsin" sesleri yükseliyor.
Hatta daha ileri gidenler ABD ve Çin arasında
sembiyotik ilişkiye işaret eden 'Chimerica startejisi'nin devreye sokulmasından yana.
Örneğin 2013-14'te Biden'ın ulusal güvenlik danışmanlığını yapan
Jack Sullivan geçen yıl yayımladığı bir makalede "Birçok anlaşmazlığa rağmen iki güç rakip olarak ortaklaşa yaşayabilir. Zaten böyle davranmaya da ihtiyaçları var" demişti.
***
Fakat bu saatten sonra Çin'in de ABD'deki müesses nizamcı kesimin de ikna edilmesi çok zor. Pentagon'dan yükselen kimi
'genetik sesler' daha şimdiden 'Chimerica projesi'nin imkânsızlığına işaret ediyor.
Nitekim yeni Başkan
Joe Biden'ın savunma bakanı adaylarından gösterilen
Michele Flournoy, bu yaz Foreign Affairs dergisinde çıkan yazısında "Eğer Çin'in savaş ve ticaret gemileri ile deniz altılarını 72 saatte batırırsak Pekin o zaman Tayvan'ı işgal etmeden önce iki kez düşünür" diyerek şahinliğini göstermişti.
Joe Biden'ın
Asya danışmanı olan Ely Ratner ve Kurt Campbell da Barack
Obama'yı Çin'in küresel ihtiraslarını
öngörememek ve yumuşak
davranmakla suçluyor.
Ayrıca 'detente/yumuşama' kavramının kovboy uygarlığında
pejoratif bir anlama sahip olduğunu da unutmayalım. Bu refleksle hareket eden
Ronald Reagan 1980'lerde 'detente'yi "Rusya'nın hedeflerine ulaşmak için kullandığı tek yönlü yola" benzetmişti.
Yani yumuşama, diyalog ve ittifak siyasetinin simgesi olarak görülen 'Chimerica' derin devlete hâkim olan Amerikalılar için
"Hadi savaşmayalım" demek. Bir anlamda 'cepheden kaçmak' anlamına geliyor.
İşte bu yüzden "Çin'e karşı diyaloğu tercih etmesi durumunda Biden'ın kaderi de Jimmy Carter gibi olabilir" deniliyor.
Biden da Carter gibi ilerici sol ile şahin liberaller arasında ikiye bölünebilir.
Unutmayalım ki ABD'deki savaş lobisinin baskısı altındaki Carter'ın
SSCB'ye yönelik yumuşama politikası Afganistan (1979) işgali ve İran Devrimi (1979) ile hezimete uğradı.
Joe Biden'ın Çin ile yumuşama ve işbirliğine işaret eden 'Chimerica' politikasının sonu da bu bağlamda Hong Kong'da olduğu gibi
Tayvan'ın sürpriz ilhakıyla altüst olabilir.