Ayasofya 567 yıl önce olduğu gibi bir kez daha eski bir çağı kapatıp yenisini açan bir sembole dönüştü. İstanbul'un alınmasıyla birlikte 1453'te kiliseden camiye çevrilen Ayasofya, fethin sembolü olarak Avrupa'da Ortaçağ'ı kapatıp Yeniçağ'ı başlatmıştı.
1453'ten bu yana cami olarak kalan bu sembol mabet, Türkiye'nin Lozan parantezine alınmasından sonra 1934'te müzeye çevrildi. Ayasofya'nın müzeden kurtarılıp tekrar camiye dönüşmesi, 1453'te olduğu gibi ikinci kez yeni bir çağın başlangıcına işaret ediyor.
Hezeyanlar içindeki Yunanistan gibi ülkelerle Ortodoks dünyasının histerik tepkileri bir şeyi değiştirmeyecek.
Başkan Erdoğan'ın dün de ifade ettiği gibi "Gürültü çıkaran bu ülkelerin hedefi Ayasofya değil. Asıl dertleri Türkiye ve bu coğrafyadaki varlığımız..."
Meseleye bu farklı pencerelerden bakan kimi Batılı analizciler, Ayasofya'nın camiye çevrilmesi kararını tarihi bir jeo-kültürel devrim olarak itiraf ediyor.
Türkiye'nin Atlantik dünyasının darboğazını çok iyi değerlendirdiğini dile getiren Gareth Smyth, Ayasofya hamlesinin küresel ve bölgesel dengelerde yol açtığı jeo-politik depremi, "Sonsuz savaşlara son vermek isteyen imparatorluğun uluslararası siyasete dönüşü" diye niteliyor. İmparatorluktan kastı ise Osmanlı'nın varisi konumundaki Yeni Türkiye.
***
Asia Times'ta yazan
Pepe Escobar ise saplantılı bakışına
rağmen şu değerlendirmede
bulunmuş... "Medeniyetler
savaşı yeniden 'ziyarete açıldı'.
Erdoğan'ın Ayasofya'yı camiye çevirme kararı onun küresel İslam liderliğini hedefleyen büyük planının bir parçası sadece..." Eğer Escobar, Sisi ve Esadların gözlüğünü çıkarsaydı İslam dünyasının Sayın Erdoğan'ı zaten doğal liderleri olarak ayakta selamladığını da görürdü. Escobar da biliyor ki Ayasofya'da
86 yıl sonra kılınan ilk namaz İslam coğrafyasında adeta
'yeniden dirilişe' yol açtı.
Müslümanlar bu kararın
ümmetin uyanışına vesile olmasını dilerken Türkiye'nin emperyal ezberleri bozarak tarihi yeniden yazmasından nasıl gurur duyduklarını yazılı, görsel ve dijital medya üzerinden coşkuyla dile getirdiler.
***
Son olarak
Fransız Le Monde'un eski genel yayın yönetmeni Sylvie Kauffmann'ın NYT'de iki gün önce çıkan yazısına değinmek lazım.
"Bir sonraki küresel parlama noktası: Doğu Akdeniz" başlığını taşıyan yazı aslında Türkiye'nin yükselişi karşısında
Batı'nın içine düştüğü çaresizliğin manifestosu niteliğinde.
Apolojik ve sinik bir dille yazan Kauffmann, "Doğu Akdeniz'de Batı geri çekildi. Bu da Türkiye ve
Rusya'ya boşluğu doldurma fırsatı veriyor" diyerek ABD'ye 'meydanı boş bırakmaması' çağrısında bulunuyor.
Öyle anlaşılıyor ki Ayasofya Devrimi'nin yol açtığı sarsıntılar önümüzdeki süreçte daha da artacak. Zira 1945'ten beri dünyanın jandarmalığı konusunda anlaşan ABD, İngiltere, Rusya ve Çin gibi ülkeler, Türkiye'nin küresel yükselişinin ne anlama geldiğinin çok iyi farkındalar.
'İmparatorluğun uluslararası siyasete dönüşü' dünya
düzenini revizyona zorluyor. ABD
ve İngiltere ile Çin ve Rusya'dan
oluşan iki kamp da rakiplerine
karşı avantaj sağlamak için
Türkiye'yi yanlarına çekme yarışında. Zira Türkiye'yi karşısına alan kaybedecek. Bu nedenle küresel siyasette Türkiye'nin de içinde yer aldığı
müthiş bir satranç oynanıyor.
Ayasofya kararı, bu satrancın daha ilk hamlelerinden biriydi. Bakalım diğer hamle hangisi olacak?