Düşünürler boşuna 'yaşadığımız dünya önce dilde kurulur' dememiş. Atlantik'in emperyal hegemonyasının zincirleri kırıldıkça periferideki diğer medeniyetler de milli dinamikleriyle hareket edip 'homegrown theorizing' denilen yerelden evrensele yönelik yeni bir kavramsallaştırma, tanımlama ve kurumsallaşma sürecinin bayraktarlığını yapmaya başladı.
Bu nedenle Batı dünyası artık günümüzde bir referans kaynağı olma özelliğini kaybediyor, bilgi ve teknoloji üretimindeki monopol pozisyonu da sarsılıyor.
Dört asırdır yeryüzünde askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel hegemonya kuran Batılılar, dünyanın geri kalanını coğrafyasından, aidiyet, tarih ve değerlerinden soyutlamış; zincire vurdukları milletleri sadece stratejik bir unsur ile ekonomik bir girdiye dönüştürmüştü.
Ancak bu kaotik dönem artık miadını doldurdu. Baskı altına alınan ülkeler ve kültürler tarih sahnesine yeniden çıkıyor.
Dolayısıyla dünyanın dört bir yanındaki köklere dönüş eğilimi Batı'daki akademik ve entelektüel söylemin ezberlerini tuzla buz ediyor. Edebiyattaki kanonlar bile yeniden revize ediliyor. Geldiğimiz aşamada sadece Batı tarzı ulus devletlerin temel dinamikleri değil demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve serbest pazar ekonomisine dayalı Batılı piyasa uygarlığı da derin bir kriz içinde.
Deyim yerindeyse Batı'nın bütün gözde değerleri komada. Hayatiyetini devam ettirenler de ancak ırkçı refleksler gösterebiliyor.
Çünkü diğer medeniyetler farklı halk ve kültürlerin bir arada yaşamasına dayanırken soykırımcı Batı uygarlığı ise bir parazit gibi diğer uygarlıkları sömürerek ve yıkarak hayatta kalmaya çalıştı.
***
Nitekim Batı'nın çöküşüne dair realiteyi bizzat Batılı liderler de birer birer itiraf ediyor. 14-16 Şubat'ta yapılan ve transatlantik güvenlik mimarisinin köşe taşlarından sayılan Münih Güvenlik Konferansı'nın açılışında konuşan Almanya Cumhurbaşkanı Frank Steinmeier, "Siyasi gündemimiz, dünyayı Batılılaştırmayı içermiyor. Avrupa, dünyaya daha az misyoner bir yaklaşımla yaklaşırsa başarılı olur" demek zorunda kaldı.