Japonya'nın Osaka kentindeki G-20 Zirvesi, küresel sistemin bugünü ve geleceği hakkında birçok simgesel gelişmeye ev sahipliği yaptı.
Zirveye, ABD'nin rakip küresel eksen olarak gördüğü Türkiye, Çin ve Rusya'ya karşı çektiği savaş baltalarını gömmesi damga vurdu. S-400 krizinde alttan alan ABD Rusya ve Çin'e de zeytin dalı uzattı.
Pekin ile ticaret savaşını alevlendirmek istemeyen Washington, Moskova ile de yeni bir soğuk savaşa istekli olmadığını ortaya koydu. Daha doğrusu Çin, Rusya ve ABD yeni bir küresel statüko üzerinde uzlaşma sinyalleri verdi.
Burada 'dünya beşten büyüktür' diyebilen tek aktör yine Türkiye oldu.
Zaten Rusya lideri Putin'in 'liberalizm hükmünü kaybetti' çıkışı bir anlamda ABD ile ideolojik ortaklığın ilanıdır. Çünkü otoriter ve popülist bir çizgiye kayan ABD ve Avrupa siyaseti ile Rusya ve Çin arasındaki ünsiyet giderek artıyor. ABD'den sonra Avrupa da tehlikeli ve ırkçı bir transformasyonla yüz yüze.
***
Bu bağlamda
Atlantik emperyalizminin liberal değerler üzerinden başka
ülkelere müdahale dönemi artık
raf ömrünü doldurdu.
Donald Trump (ABD) korumacı
ve milliyetçi bir çizgiye kayarken aynı
yolu izleyen
Viktor Orban (Macaristan), Marine Le Pen (Fransa), Nigel Farage (İngiltere) ve Matteo Salvini (İtalya) gibi aşırı sağcı liderler de ırkçılaşan yeni bir
Avrupa'yı temsil ediyor. Ve bunlar Rusya ile
Çin'e düşman değil.
Nitekim Avrupa'daki bu yeni güç dengesinin ilk işaretini
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) verdi.
AKPM, önceki gün
Kırım'ı ilhak nedeniyle 2014'te oy hakkı elinden alınan
Rusya'nın geri dönmesini kabul etti.
Adrian Pabst'ın 'Liberal World Order and Its Critics'de dile getirdiği gibi yeni süreçte asıl mücadele
finans kapitalizmin temsilcisi George Soros gibi oligarşik güçlerle eşitlik, adalet ve refah arayışındaki
demokratik güçler arasında olacak.
Zira
liberal demokrasinin şeytanları artık deşifre oldu. Bir anlamda
reel-kapitalizmin çöküş sürecini yaşıyoruz.
Neo-liberalizmin kurucu babası olarak bilinen
Friedrich Hayek (1899-1992), sosyalizmin totaliterizme yol açacağını iddia ediyordu. Ancak Hayek'in savunduğu neoliberal sistem de
Batılı ülkeleri birer polis devletine dönüştürdü.
***
Haliyle bugün kapitalist teorisyen
Milton Friedman'ın (1912-2006) 'kapitalizm özgürlüğü besler' propagandası çökmüş durumda. Çünkü Batı'nın emperyal sistemi, dünyada
milyarder diktatörler doğurmak dışında bir işlev görmedi.
Liberalizmde pozitif özgürlük yanında negatif özgürlüğün de olmadığı ortaya çıktı. Yani liberal devletler
, bireyleri sömürüden korumaz. Yüzde birlik kesimin
dünyanın kaynaklarını tek elde toplamasına engel olmadığı gibi bunu teşvik eder.
Bu yüzden 13 dolarlık bir ilacın 750 dolara satılmasına yol açan liberal sistem her açıdan bir oligopoli mekanizmasıdır.
İşte bu nedenle Batı'da ve dünyada
kitle partileri ile parlamentolar önemini kaybetti. Bunun yerine referandumlar ile popülist siyaset önem kazanıyor.
Putin'in liberalizm çıkışı sadece malumun ilamıdır. İç ve dış dinamiklerle savaşacak gücü kalmayan ABD,
reel-politik dayatmalardan dolayı Çin, Türkiye ve Rusya ile uzlaşı arayışına girdi.
Kuşkusuz, herkesi tehdit eden
Trump'ın Osaka'da yelkenleri indirmesi her
bakımdan jeo-politik bir parodidir. Ve bu
Amerikan parodisi önümüzdeki dönemde
daha da trajikleşerek devam edecek.