Avrupa'da 26 Mayıs'ta yapılan AP seçimlerinde toplamda 209 sandalye kazanan aşırı ırkçılar, zenofobik muhafazakârlar ile AB karşıtı milliyetçi blok ve radikal sol grupların zaferi karşısında statükocu güçler zor günler yaşıyor.
751 sandalyeli parlamentoda merkez sağ ve sol ittifak 40 yıl sonra ilk kez 367 olan salt çoğunluk avantajını kaybetti.
Seçimlerde dikkat çeken unsurlardan biri de Fransa, İtalya ve İngiltere'de ırkçı partilerin birinci gelmesiydi.
Merkez siyasetin adeta can çekiştiği Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinden sonra ortaya çıkan bu trajik tabloya dair en anlamlı çıkışı Almanya Başbakanı Angela Merkel yaptı.
Devreye sokulan kirli tezgâhları işaret eden Merkel, "Avrupa'da karanlık güçlerin yükselişte olduğuna" dikkat çekti. Biz, Türkiye'ye yıllardır dört bir koldan saldıran 'karanlık güçler'den ne kast edildiğini çok iyi biliyoruz.
Bilmeyenler için şöyle bir hatırlatmada bulunalım. Diplomaside 'karanlık güç' diye nitelenen odaklar aslında mevcut sistemdeki en güçlü devletlerden başkası değildir. Bu bağlamda Almanya Şansölyesi'nin kast ettiği odakların başında akla ilk olarak ABD, Rusya, Çin ve operasyon gücüne sahip İsrail gibi ülkeler geliyor.
***
Son dönemlerde
ABD'nin saldırdığı ülkelerin ortak paydası Rusya veya
Çin'e karşı yumuşama politikası benimsemeleridir.
Almanya da Rusya'ya karşı tehdit algılarını değiştirince ABD'nin boy hedefi haline geldi.
Ukrayna krizi ile Almanya ve Rusya'yı karşı karşıya getirmede başarılı olamayan Amerikan yönetimi bu kez Almanya'nın lokomotifi olduğu
AB projesini hedef seçti.
Başta İngiltere olmak üzere
Baltık ülkeleri, Doğu Avrupa ve bazı Balkan ülkelerini AB karşıtı politikalar izlemeye
teşvik etti.
İngiltere'nin Brexit kararı ABD tarafından Almanya'ya verilmiş en
büyük ihtardı. Ancak
Rusya ile Kuzey Akım-2 projesini tüm ısrarlara rağmen
iptal etmeyen Berlin bu kez AB karşıtı siyasi
hareketler üzerinden kuşatılmaya başlandı.
Örneğin
"Rusya düşmanımız değil işbirliği yapacağımız bir aktördür" açıklamasından sonra Avusturya
Başbakanı
Sebastian Kurz'un koalisyon hükümeti
CIA/MOSSAD destekli '
Ibizagate'
skandalıyla devrildi.
Bir taşla iki kuş vuruldu.
İsrail, Yahudi karşıtı bir partiden ABD ise Rusya yanlısı bir iktidardan kurtulmuş oldu.
***
Bu bağlamda Avrupa'da sadece ABD ve İsrail değil Rusya ve Çin gibi büyük aktörler de nüfuz ve güç arayışında.
Hasta Avrupa'yı paylaşım savaşı daha da
kızışacak gibi görünüyor.
Genel kanaate göre Fransa'da
Marine Le Pen'in kazanmasıyla Rusya oldukça önemli bir mevzi kazandı.
İtalya'da ise Matteo Salvini'nin kazanması Çin'e yaradı. İtalya, geçen ay Çin ile Tek Kuşak Tek Yol (BRI) girişimine imza atan
ilk G7 ülkesi olarak Fransa ve ABD'nin şimşeklerini üzerine çekmişti.
İngiltere'de de
Brexit partisinin kazanması Trump'ın Londra üzerindeki nüfuzunu daha da artıracaktır. Asıl
sorun ise Almanya'nın ne yapacağıdır. AP
seçimlerinden sonra AB'nin geleceğiyle ilgili
kabus senaryoları da yeniden revaçta.
Buna göre Avrupa yeniden milliyetçiliğin ve muhtemel silahlı çatışmaların içine yuvarlanacak. Burada AB'nin lokomotif ülkesi Almanya'nın önünde üç seçenek var. İlki SSCB ikincisi Yugoslavya örnekleri.
Her iki senaryo da yıkımla sonuçlanıyor.
İlki silahsız ikincisi silahlı parçalanma anlamına geliyor. Üçüncü seçenek
ise karanlık güçlerin ölümü gösterip
Almanya'yı sıtmaya razı etmesidir.
Ve öyle görünüyor ki şimdilik en güçlü seçenek yine bu!