Anglo-Saksonların kurduğu liberal küresel sistem yok oluyor. Kapitalizmin siyasi formu olarak tasarlanan 'taşeron devletler çağı' kapanıyor.
Sadece belli bir toprak parçası veya belirli bir etnik demografiyi değil aynı zamanda birer medeniyeti de temsil eden Türkiye, Rusya ve Çin gibi imparatorluk tecrübesine sahip ülkeler çağı başlıyor.
Sayın Erdoğan'ın sık sık sınırlarımızın Mogadişu ve Bosna'dan Bağdat'a uzandığına vurgu yapması boşuna değil.
Bakmayın siz ABD'nin Venezuela, İran, Rusya, Çin ve Türkiye'ye yönelik siyasi ve ekonomik naralarına. Küresel sistemin merkezindeki ABD'nin bizzat kendisi içeriden ve dışarıdan kuşatılmış durumda.
Zira Türkiye, oryantalist anlatının vazettiği o 'Müslüman bir ülkenin demokratikleşip kalkınamayacağı tezi'ni tuzla buz etti. Sosyalist Çin, gelişmekte olan ülkelerin alınyazısına dönüşen 'gelişememe sendromunu' aşarak gelişmiş ülke kategorisine yükseldi.
Rusya da ABD'den daha ileri askeri teknolojisiyle Pentagon efsanesini yerle bir etti.
Ankara, Pekin ve Moskova'nın farklı alanlarda sergilediği performans küresel güç dengesini sarsıyor.
Bu üç ülkeyi 'yeni otoriter eksen' yaftasıyla karalamaya kalkışan Batı'nın kendisi totalitarizme doğru savrulmaya başladı.
ABD başta olmak üzere Avrupa'da serbest pazar fundemantalizmi ile militan kapitalizmin beslediği oligarklar güç ve zenginliği tekellerine alarak halkların demokratik iradesine ipotek koymuş durumda. Bu anlamda banker lordu Emmanuel Macron ile Suudi Kralı Selman veya emlak lordu Donald Trump ile bir Körfez şeyhi arasında pek bir fark yok.
***
Öte yandan Türkiye, Rusya ve Çin'in senkronize yükselişi
Batı'nın tek merkez halinde hareket etmesini de zorlaştırıyor. Aslında her alanda ırkçılığa gelip demirleyen Batı dünyası,
periferideki krizin merkeze sıçramasının şaşkınlığı içinde.
Bu anlamda ABD ve Avrupa, dışarıdan çok içeriden gelen meydan okumalarla da karşı karşıya.
Brexit, Sarı Yelekliler ve ABD'deki derin devlet krizi giderek büyüyor. Ayrıca
Atlantik'in içinde de çatlak var. Batı'da parlamentolar çökmüş
halde.
Meclisler yetersiz kaldığı için her ciddi
sorunda
referanduma gidiliyor. Merkezi siyaset
işlevsizleşti.
Marjinal hareketler iktidara yürüyor.
Göstericiler artık
rejim değişikliği istiyor.
'Why Liberalism Failed' (2018) kitabının yazarı
Patrick J. Deneen, bütün suçu
neo-liberalizmin birer 'silahlı misyonerine' dönüşen siyasilere yıkıyor.
Haksız da değil. Çünkü kapitalist mantığın özündeki tekelci
oligopolik genler siyaseti/milli iradeyi felç ediyor. Bu nedenle
liberal demokrasi dedikleri şey özünde
demagojik bir gösteriden öteye geçemiyor.
Ganalı Amerikalı akademisyen
Kwame Anthony Appiah, işte bu yüzden artık küresel
düşünce özelliğini yitiren ve
ilerleyemeyen Batı uygarlığından vazgeçmeyi öneriyor.
'The Rise of the Civilizational State' (2019) kitabının yazarı
Christopher Coker da, "Batı kendisi başta olmak üzere dünya için artık tarih yapma ve kültür inşa etme işini terk etmeli" diyor.
Aklı başındaki herkes
ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşının yaklaşan küresel jeo-politik kapışmanın
sadece ayak sesleri olduğunun farkında.
Ne var ki
asıl savaş Batı ile Asya arasında olmayabilir. Gerçek mücadele
oligarşik ve demagojik güçlere karşı verilecek. Ve bu jeo-kültürel
mücadelenin manivelası ise
uygarlıklar olacak.