31 Mart yerel seçimlerindeki organize operasyonlar ile Ortadoğu başta olmak üzere Avrupa, Balkanlar, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika'da eş güdümlü olarak devreye sokulan Türkiye karşıtı yeni bir kuşak oluşturma gayretlerinin özündeki ortak dinamikleri görebilmek lazım. Bütün bu eş zamanlı emperyal senaryolar, akıllara Prusyalı askeri stratejist Carl von Clausewitz'in (1970-1831) o ünlü 'savaşın temel ilkesi nedir' sorusunu getiriyor.
Prusyalı askere göre savaşta temel strateji, 'gücünü asıl düşmana karşı yoğunlaştırma prensibini çiğnememektir.' Ne var ki son gelişmelerden de görüldüğü üzere zaman zaman bu ilkeyi ayaklar altına aldığımız için ülke olarak ağır bedeller ödüyoruz.
Bu bedellerden biri de Osmanlı'ya karşı yüz yıl önceki Anglo- Haşimi ittifakının Türkiye'ye karşı bu kez Anglo-Suudi adıyla tedavüle sokulmasıdır.
***
Ayrıca ABD, İngiltere, Fransa, Yunanistan, İsrail, Ürdün ve Mısır'ın
'Nemesis 2018' tatbikatıyla
Doğu Akdeniz'deki gövde gösterisini de unutmayalım.
Bu meydan okuma, Batı'daki politika yapıcıların şu anki
Türkiye'ye hâlâ 1914- 1918 yılları arasındaki savaş planlayıcıları gibi baktığının da ispatıdır.
Çünkü
Osmanlı idaresinin yerine geçen Batı emperyalizminin Ortadoğu'daki temel hedefi Türkiye'nin
Sykes-Picot'un jandarmalığına devam
etmesidir. Ne ki Atlantik bloğu gücünü yitirdiği
için
Amerikan yönetimi şu sıralar yayılmak yerine savunma merkezlerini tahkim etmeyi tercih ediyor.
ABD'nin bu stratejisi 'yeni kuşatma' olarak adlandırılıyor.
Türkiye, Rusya, Çin, İran, Venezuela ve Hindistan gibi rakiplere karşı siyasi, ekonomik ve askeri açıdan
özel duvarlar, ittifak ve kuşaklar inşa ediliyor. Büyük devletlerarasındaki bu nüfuz mücadelesi, küresel boyutlara sahip
yeni bir soğuk savaşın da habercisi aynı zamanda.
***
Kuşkusuz ABD'nin yeni soğuk savaştaki
başrol oyuncusu yine CIA olacak.
CIA, 1947'de biri resmi istihbarat toplama diğeri de
Amerikan çıkarlarına karşı olan rejimlerin devrilmesine yönelik gizli operasyonlar yürütmek üzere
iki direktif doğrultusunda kuruldu.
Venezuela'dan Sudan'a uzanan bölgelerdeki kritik gelişmeleri bu mercekten değerlendirmeliyiz.
Şu sıralar çok uluslu ittifak ve kurumlardan büyük güç rekabetine evrilen jeopolitik mücadelede tehdit algıları kökten değişiyor.
Soğuk savaş 1950'lerde Kore'de;
1960 ila 70'lerin sonunda ise Vietnam ve Afganistan'da sıcak savaşa dönüşmüştü. Şimdi böyle bir risk yok. Büyük güçler arası savaşın geri dönmesi zor. Önümüzdeki
en büyük tehlike küresel güçler aracındaki barışın sona ermesidir. Yani bundan sonra
güçlüler istediğini yapacak ve zayıflar da kaderlerine rıza gösterecek.
Çevremizde köklü bir değişim sürecinin yaşandığı böyle bir dönemde kültürel, siyasi ve ekonomik düzeyde
proaktifliği de aşan irredantist bir strateji izlemeye mecburuz. Etrafımızın her yönden kuşatıldığı ve
sandıklarda tecelli eden milli irademizin bile gasp edildiği zor zamanlardan geçiyoruz.
İşte burada insan şunu sormadan edemiyor.
Acaba Clausewitz olsa ne yapardı?