Yerel seçimlere yönelik tartışmalar sürerken küresel siyasette ise Kopernikvari bir devrimi simgeleyen Rusya ve Türkiye arasındaki S-400 füze anlaşmasının ABD'de yol açtığı tsunami giderek büyüyor.
Amerikan yönetimi bütün kozlarını masaya sürmesine rağmen Türkiye'yi kararından vazgeçiremedi.
ABD Başkanı ile yardımcısı ve dışişleri bakanının savurduğu tehditler kar etmedi.
Son olarak Sayın Erdoğan'ın Rusya gezisi öncesi The New York Times'a yazan Oklahoma Senatörü Jim Inhofe'un "Türkiye seçimini yapmalı. Ya F-35 ya da S-400'ü tercih etmeli. İkisine birden sahip olamazsınız" şeklindeki efelenmesi de havada kaldı.
Ve en nihayetinde dün Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Patriot satma garantisi vermeyen ve üstelik F-35 şantajına başvuran ABD'ye "Gerekirse ikinci bir S-400 alabiliriz" karşılığını verdi. Dolayısıyla ABD yönetimi Yeni Türkiye'nin siyasi ve jeo-kültürel direncini kıramamanın şoku içinde.
Zira S-400'lerin alımı, Türkiye'nin dünyadaki yeni yeri ve jeo-politik konumlanışı açısından en belirleyici faktörlerden biri olarak görülüyor.
***
ABD'nin Türkiye'ye dair
'impolitic' diyebileceğimiz siyaset dışı stratejilerinin artık
bir şansı kalmadı.
Çünkü
hegemonik kırılma yaşayan küresel sistemin sadece
icra tarzı (modus operandi) değil mahiyeti de değişiyor.
Bu nedenle son altı yıldır kaotik bir dış politika izleyen ABD, sadece Türkiye'yi hedef tahtasına koymuş değil. ABD, hareket alanını daraltan hemen her ülkeye kumpas kurdu/kuruyor.
Başkan Erdoğan'a
"Boğaz'ın Sultanı" diyenler köklerine yönelen
Çin lideri Xi Cinping'e
de
"Yeni Sezar" veya "Çin'in supremosu" (yüce önderi) yaftasını yapıştırdı.
Kremlin'e 'mafya devleti' muamelesi yapan Batı dünyası,
Vladimir Putin'i ise
"Rusya'nın yeni çarı" diye
aşağılamaya kalkıyor.
***
Bugün
neo-faşizmin pençesinde kıvranan ABD'nin en büyük kâbusu Rusya, Çin ve
Türkiye arasındaki işbirliğiydi.
Şimdi her alandaki bu yakınlaşma artık dönüşü olmayan bir noktaya gelmiş durumda.
Haliyle Atlantik'in Asya güçlerini boyunduruk altına alması bu saatten sonra imkânsız.
1980'li yıllarda
'Başka alternatif yok!' diye temeli atılan
kapitalist neo-liberal yapı şimdi enkaz halinde. AB ve ABD'nin hegemonya
kaldıracı olan
piyasa uygarlığı (market civilisation) can çekişiyor.
Post-modern kahraman edasıyla tanıtılan
Obama'nın restorasyon stratejisi fiyaskoyla sonuçlandı.
Evanjelik siyonizmin iktidara taşıdığı
Trump ise emperyal-ırkçı söylemiyle ABD'nin tecridini daha da artırdı.
Ve ne ironiktir ki
1990'larda 'tarihin sonu geldi' diyerek Batı'nın zaferini ilan eden
Fukuyama, bugün
"Siyasi Düzen ve Siyasi Çürüme/Political Order and Political Decay" isimli kitabında "Reel-sosyalizmden
sonra reel-kapitalizm de ölüyor" itirafıyla
Amerikan çağının bitişine ağıt yakıyor.
Geldiğimiz noktada yeni bir dengeye doğru seyreden küresel sistemde
biçimlenme (forming), yaygınlaşma (norming) ve tamamlanma (fulfilling) denilen kritik aşamalar adeta eş zamanlı olarak gerçekleşiyor.
Bütün şartlar kökten değişiyor. Türkiye için bu değişimin simgesi ise S-400'lerin alımıdır.
Bu karar, her şeyden önce
'stratejik körlük' döneminin kapandığına işaret ediyor.