Sadece coğrafi olarak değil tarihi olarak da küresel rekabetin en kritik noktasında yer alıyoruz.
Öyle görülüyor ki önümüzdeki süreçte uluslararası diplomasi köklü biçimde değişecek.
Özellikle büyük güç politikalarının geri dönüşünü simgeleyen Suriye cephesi, ABD'nin pervasız Golan Tepeleri kararından sonra daha da ısındı.
Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra yeni bir cihan savaşı fikri ancak bilim kurgu senaryosu olarak hayal edilebilirdi.
Şimdi ise Rusya, Türkiye ve Çin ile ABD ve İsrail'in başını çektiği bloklar arasında büyük aktörlerin eş zamanlı mücadelesine sahne oluyor dünya.
Şu anki çatışma alanlarının bünyesinde birçok değişkeni ve aktörü barındırması savaşla barış arasındaki çizgiyi de oldukça inceltmiş durumda.
Haliyle savaşan devletler çağını hatırlatan global çaptaki büyük yangın tehlikesi giderek artıyor.
Bu bağlamda geleceğin tarihçilerinin üçüncü küresel çatışmanın 2011'deki Suriye iç savaşıyla başladığını söylemesi pek de şaşırtıcı olmayacaktır.
***
Her ne kadar uluslararası politikanın belirgin kuralları bulunmasa da olaylara ihtiyatlı yaklaşmamız gereken belli bazı tarihsel döngüler vardır.
Zira ABD'nin son zamanlarda izlediği saldırgan politikalar
uluslararası sistemin haddinden fazla
dejenere olmasına yol açtı.
Bir de
İsrail'in dünyanın en kırılgan coğrafyasında
sopanın ucunda tabak çeviren cambazlar gibi fütursuzca hareket etmesi, sistemi neredeyse yıkım noktasına getirdi.
ABD ve İsrail'in
Siyonist evanjelizm ile malul teolojik zihniyetleri bölgemizdeki
siyasi sabotajlarının yakın gelecekte de süreceğinin
işareti.
Zara Steiner'ın 'The Triumph of the Dark: Karanlığın Zaferi' adlı kitabında dediği gibi II. Dünya Savaşı'nın çıkmasında uluslararası
genel geçer teorilere ters düşen biçimde önemli rol oynayan
kişilik, ideoloji ve duygusal tercihler öyle anlaşılıyor ki
Trump ve Netanyahu'nun şahsında etkinliğini günümüzde de aynı şiddette sürdürüyor.
***
Ne var ki bütün o meydan okumalarına rağmen ABD'nin dünyadaki pozisyonu zayıflıyor.
Nasıl doğada
rüzgârlar bölgeler arasındaki
basınç farkları yüzünden ortaya çıkıyorsa;
siyasette de çatışmalar
güç dengesindeki değişiklikler ve statükonun ortadan kalkması sonucunda
nüksetmeye başlıyor.
Nitekim yakın dönemde
Ukrayna ve Ortadoğu'daki siyasi depremler alçak basınç bölgeleri yaratarak birçok ülkeyi bölgesel fırtınanın içine çekti.
Benzer şekilde
uluslararası merkez güç konumundaki ABD'nin zayıflaması da jeo-politik düzeyde
küresel bir tsunamiye yol
açıyor/açacak.
Bu yeni süreçte ABD, Rusya, Çin ve Türkiye
küresel jeo-politiğin dört ağırlık merkezi olarak öne çıkıyor.
Her biri farklı birer kültürel evrene ve jeostratejiye sahip bu aktörler
arasındaki rekabet
21'inci yüzyılın dinamiklerini şekillendirecek.
Ne var ki bu aşamada belki de geçmişteki travmalar ile geleceğe yönelik siyasi kaygılar her an
bir cinnet haliyle kontrolden çıkabilir.
Tüm bu küresel karmaşa arasında
İsrail aslında realpolitik açıdan sadece bir detaydan ibarettir.
Ancak
ABD'nin ateşlemesiyle İsrail'in
her şeyi patlatacak bir fünyeye dönüşme ve küresel kaosu daha da derinleştirme potansiyelini hiç unutmamak
lazım.