WAN Kongresi'ne "dijital ortamda ombudsmanlık" konulu bir panelde konuşmak için özel olarak davet edilmiştim. Üç grubun terk kararını öğrenince, bağımsız ombudsman olarak, WAN yönetimine uzun bir mektup yazdım (bu metni Today's Zaman gazetesi geçen Cuma günü olduğu gibi yayınladı).
Metindeki görüşlerimi daha sonra yöneticilerden bazılarına sözlü olarak da aktardım.
Başlıca noktalar şunlardı:
Türkiye'de hükümetler ve parlamentolar basın özgürlüğü sınırlarını genişletme konusunda isteksiz; internet yasası örneğinde görüldüğü gibi daraltma konusunda heveskar olmuşlardır. Ancak, bunlara rağmen, bugün Türkiye'de önceki dönemlere göre çok daha geniş bir basın özgürlüğü vardır. Kanaat alanında kullanılan özgürlükler, tabuların yıkılmasına yol açmaya devam etmektedir. Eleştiri özgürlüğünü kıyasıya kullananların başında da, Doğan Grubu gelmektedir. Kaldı ki, kamusal tartışmadaki özgürlük artışı AB tarafından da memnuniyetle not edilmektedir.
Ülkede sansür ve oto-sansürün bir numaralı kaynağı, yaklaşık 20 yıldır elindeki medya gücünü kendi çıkarları uğruna kötüye kullanan medya patronlarının kurduğu zihniyet ve yapılardır. Bünyesinde "editoryal bağımsızlık" namına pek bir şey bırakmayan, fiili tekelleşme uğruna rakiplerine karşı türlü kirli yöntemler uygulayarak onları rekabet edemez hale getiren patron profilini iyi anlamak için köşe yazarı Emin Çölaşan'ın son iki kitabına bakmak, ayrıca diğer medya patronlarının mülakatlarını okumak yararlı olabilir.
Mesleki dayanışma ve adil rekabete hiç önem vermediği bilinen, Orhan Pamuk, Ahmet Kaya, Akın Birdal gibi kişilere karşı linç kampanyaları yürüten, gazeteci Hrant Dink'in ifade özgürlüğünü kullanmaktan ötürü öldürülmesini sulandırmaya çalışan bir medya grubunun "basın özgürlüğü" nü kendisine dava açıldığı zaman hatırlaması ve kötüye kullanması da düşünülmesi gereken bir konudur.
"Medya özgürlüğü", yasalar karşısında dokunulmazlık demek değildir.
Adı yolsuzluklara karışmış bir basın, yolsuzlukların üzerine gidemez, gitse bile inandırıcı olamaz.
Adı yolsuzluk ve ahlaksızlıklara bulaşmış bir medya, demokrasinin veya demokratikleşme süreçlerinin altını oyar.
Türkiye'de "yandaş medya" veya "muhalif medya" diye bir ayrım yoktur. "Demokrasi yandaşı medya", "patron yandaşı medya", "statüko (veya darbe) yandaşı medya" vardır. Bölünmeyi doğru okumak gerekir.
Temiz, adil, demokrasiye saygılı ve çoğulcu bir sektör için meselenin köküne inmek gerekir. Bunun için, ülkede orantısız, kabul edilemez bir sektör payını elde tutan medya gruplarının yanında WAN'ın yaptığı gibi koşulsuz saf tutmak yerine, sektörde medya mülkiyetini, iş güvencesini, ihale mevzuatını ve ifade özgürlüklerini kapsayan alanlarda -AB'nin de not ettiği gibi- siyasi reformların yanında saf tutmak, yol göstermek doğru tavırdır.
Kongrede yaptığım konuşmada da, üç grubun terk etmesinden ötürü üzüntülerimi, ayrıca kayda geçirdim ve vergi kaçakçılığı ile basın özgürlüğü arasında kurulan basit bağlantının "devasa bir muhakeme hatası" olduğunu ekledim.
Bundan sonra ne olur?
Örgüt içinde "hata ettik" diyenler var. Umarım aklıselim galip gelir ve WAN bu yanlışından geri döner.