Okurların güvenini yeniden kazanmak için meslekte ahlaklı davranışı gerçekten de önemsediğimizi göstermemiz gerek. Bir defa göstermek yetmiyor, ahlaklı ve etiğe saygılı duruşta "devamlılık" esas olmalı.
Problemlerimiz çok. Çıkarcılığa dayalı, kötü yönetim tarzları gazeteciliği öyle kirletti ki, değme deterjan temizlemeye yetmez. Çünkü kirlenmenin içinde, kök salmış alışkanlıklar var. Mesleğe yeni giren kuşaklar, "böyle gördük, doğrusu demek ki bu" kalıpları içinde kısılı, doğruyu eğriden ayıramayacak halde.
Neyse ki, mesleğimizin çekirdeğinde yılların yok edemediği bir direnç var. Her zaman birtakım sesler bizi "doğruya gelin" diye çağıracak.
Bunlardan biri, değerli meslektaşımız Doğan Akın. Bir süredir, bağımsız T24 haber sitesini yöneten Akın, çok önemli, ama içimizden çoğunun "görmemeyi" tercih ettiği bir meseleyi işlemekte günlerdir.
Şöyle yazdı, o yazılardan birinde:
"Düşünün; bir bankada gişe görevlisisiniz. Bir otomobil şirketi sizi arıyor, 'Sizi İzlanda'da bir hafta misafir etmek istiyoruz' diyor. Her gün elinizden kayıp giden banknotların milyonda birini bile kazanamıyorsunuz, ama 'Neden' diye sormaz mısınız, 'Neden ben?'
Elbette sorarsınız.
Diyelim ki futbol delisi bir öğretmensiniz. En büyük hayaliniz, bir gün bir dünya kupası maçını trübünde izlemek. Bir yandan 'Nerdeeee' diyorsunuz, ama diğer yandan hayalini de kuruyorsunuz. Bir gün telefonunuz çalıyor, hadi bu kez arayan bir telekom şirketi olsun. Birisi telefonda size hayalinizi armağan ediyor; 'Davetlimizsiniz, sizi dünya kupası finallerine götürüyoruz' diyor.
'Büyüklerin sebepsiz görünen armağanlarından uzak durun' diye öğrencilerinize, çocuklarınıza verdiğiniz öğütleri unutup, valiz hazırlamaya davranır mıydınız?
Tam tersine gönlünüzden geçen aklınıza takılır, sorardınız; nereden icap etti?
Diyelim ki gazetecisiniz. Büyük bir ilaç şirketi, misal, Türkiye'ye domuz gribi aşısı satan Novartis, sizi üç günlüğüne İsviçre'ye davet etti. 'Neden ben, neden bedava bir ağırlama' diye sormanız, 'Bunun karşılığı ne olacak' diye daveti kurcalamanız gerekmez mi?
İşi soru sormak, sorgulamak, kurcalamak olan gazeteci arkadaş, pasaportunu uzatmadan önce soruyor musun?
"Evet" diyenler ses versin."
Doğan Akın soruyor.
Daha evvel başkaları da sormuştu. Sorulacak.
Bedeli özel şirketler tarafından karşılanan geziler, özel şirketler tarafından gönderilen hediyeler, bu meslekte "güven" arayanlara en çok sıkıntı yaşatan meseledir.
Çoğumuz etik açıdan ne yapacağımızı biliyoruz, ama aksini yapıyoruz.
Akın, bir "utanç sorusu" ile meselenin can damarına neşter attı:
"Sıra ne zaman bana gelecek?"
Şöyle açıklıyor bu sorunun anlamını:
"Hemen her gazetenin yazı işlerinde, servislerinde, bürolarında çıkan 'şirket gezilerine katılım' kavgasının klasik, bir o kadar da utanç verici sorusudur bu.
Hevesli müdürlerden, şeflerden, yazarlardan artakalan gezilere muhabirler gönderilir. Bedava gezi 'yorulduğu' düşünülen muhabire şirket kesesinden gazetenin (veya televizyonun) ikramıdır. Geziyi düzenleyen şirketin beklentisi öyle ya da böyle karşılanır. Şirketin adı haberde, yazıda, uyarına gelirse övgülerle geçirilir, bir dahaki ağırlamada buluşmak üzere vedalaşılır.
Geziyi düzenleyen şirketin yazılması gereken kusuru, sorgulanması gereken işleri varsa, bedel bazen 'yazmayarak' da ödenir! 'Ağırlanmış gazeteci' neyi sorgulayabilir? Önüne konulabilecek ya da kulaklara fısıldanabilecek ağırlama faturalarını düşünerek neyi, ne kadar, nasıl yazabilir? Ağırlanmış gazetecinin yazdığına ne kadar güvenilebilir?
Bazıları o gezilere 'haber' için gidildiği palavrasını öne sürse de, gazetesinin neden o "haber" için para harcamaya gerek görmediğini açıklayamaz.
Kimi zaman gazeteci şirket gezisini reddetse, ki örneklerini biliyorum, gazetesi reddetmez. Ezkaza gazete reddetmeye kalksa, bu durumun da sadece bir örneğine tanığım, şirket 'reklam veren' olarak dişini gösterebilir.
Şirket gezisinde ağırlanan bir gazeteci, 'eşit' ilişki kuramaz. Genç gazeteciler, artakalan kıytırık gezilerde "'yaşken' eğilmeye başlar ve kıdem kazanınca deneyimli gazeteci olmanın nimetlerinden yararlanmak üzere bu çarpık ilişkiyi yeniden inşa eder.
Yayın yönetmenlerinin, yazı işleri müdürlerinin, ekonomi şeflerinin, servis müdürlerinin ve muhabirlerin şirketler tarafından bedava ağırlanmasını daha ne kadar kayıtsızlıkla izleyeceğiz?
Bu etik ihlal, "Ben bir geziyle satın alınacak insan mıyım" numaralarıyla daha ne kadar sürdürülebilecek?
Örneğin daha dün Sosyal Güvenlik Kurumu Başkan Yardımcısı'nın, geç emeklilik düzenlemesine karşı korumak için 5 ve 13 yaşlarındaki iki çocuğunu usulsüz olarak sigortalı yapması üzerine Kamu Görevlileri Etik Kurulu'nca uyarılmasını sayfalarına taşıyan gazetelerin kendileri ne zaman etik kurallar geliştirecek?
Türk basını ne zaman "Şirket gezilerinde ağırlanmaya hayır" diyerek burnunu göndere çekebilecek?
Gazetecilerin etik kurallara uyup uymadığını kontrol edecek bir mesleki ve genel kamuoyu bilinci ne zaman gelişecek?
Ve ağırlanmış gazetecilerin yazılarındaki kusursuz otomobiller, hayırsever ilaç şirketleri ve holding güzellemeleriyle insanlar daha ne kadar uyutulmaya çalışılacak? Bakalım; bu rezalet daha ne kadar sürecek?"
Akın böyle soruyor.
Mesele şurada büyüyor: Mesela geçenlerde TBMM'nin Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu üyeleri, genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili incelemeleri de kapsayan bir Amerika gezisinin ABD yönetimi tarafından karşılanmış olmasının "etik" açıdan kabul edilebilirliği üzerine gazeteciler tarafından "hesap vermeye" çağrıldı.
Peki, yarın bu milletvekilleri çıkıp, "ey gazeteci, sen bizden beterini yaparken ahlaktan söz etmiyorsun da, bize gelince hesap sorma hakkını nereden alıyorsun?" diye örneklerle karşınıza çıkarsa ne yapacaksınız?
Hep söylüyoruz: Ancak ve ancak yolsuzluklardan arınmış bir medya, yolsuzlukların üzerine korkusuzca, özgürce gidebilir.
Ancak ve ancak ahlaka yaslanmış bir medya, izlediği kurum ve şirketlerden "ahlak ve etik" hesabı sorabilir.
Aksi, göz boyamadır, kandırmacadır.
Yatsıya kadar yanar.
Konuyla ilgili evrensel kurallar net.
Birkaç örnekle noktalayalım.
Washington Post yayın ilkeleri okuruna şunu taahhüt ediyor:
"Haber kaynaklarından hiçbir hediye almıyoruz. Hiçbir bedava geziyi kabul etmiyoruz. Sahip olduğumuz konum gereği, özel muameleyi ne talep, ne de kabul ediyoruz. Sıfır hediye kuralının istisnaları çok az ve bellidir: Yemeklere davet, bunlardan biri. Kamuya bedava olmayan etkinliğe bedava giriş yasaktır. Bunun tek istisnası, kamuya satılmayan yerlerdir: mesela basın tribünü. İmkân olan her seferinde bu yerler için de ödeme yapılmalıdır. Biz, üstler aksine izin vermediği sürece sadece Washington Post için çalışırız."
Guardian ve Observer gazeteleri, değeri 25 sterlinin üzerindeki hediyeleri ya geri gönderiyor ya da toplayıp insani amaçlarla çalışan kuruluşlara bağışlıyor. Bedeli karşılanan geziler konusunda bu gazeteler biraz daha esnek. "Doğruluk, hakkaniyet ve bağımsızlığı zedeleyecek hiçbir ödeme, hediye veya başka tür bir avantaj sağlayıcı davranışa izin verilmez. Hediye veya "özel muamele" yoluyla editoryal ayrıcalık yaratıcı tüm girişimler genel yayın yönetmenine bildirilmelidir. Otel, havayolu vb çıkar grupları gazetecinin konaklama ve ulaşım bedelini üstlenmişse, bunu açıkça belirtmeliyiz. Bu tür tekliflerin kabulü gazetenin ortaya çıkacak haberi basma veya basmama özgürlüğünü koruma koşuluna bağlıdır."
Konuya tam 30 ayrı maddeyle netlike getiren New York Times da özetle, çok özel, alternatifi olmayan gezilerde (askeri veya bilimsel ziyaretler vb), kültür amaçlı olanlar dışında hiçbir bedava veya indirimli seyahat ve konaklama teklifinin kabul edilmeyeceğini yazıyor.