Daha önce gerek SABAH'ta gerekse Milliyet'te Okur Temsilcisi köşesinde dile getirdim: Bir haber kuruluşunun okurla güven bağını sağlam tutması için karşı karşıya geleceği en büyük sınav, kendisiyle ilgili haberleri nasıl verdiğiyle ilgilidir.
Son dönemde Türkiye'nin kabarık gündemi içinde önemli bir yer tutan süreç de bununla bağlantılı. Ülkenin sektörde pay açısından en büyük grubu olan Doğan ile SPK, Maliye ve RTÜK arasında peş peşe patlak veren geniş kapsamlı hukuksal ihtilaflar var. Bu ihtilaflar -örneğin vergilerde ve hisse devirlerinde- yasalara aykırı hareket edildiği iddialarına dayanıyor. Çok yüksek miktarda para cezaları vb. söz konusu.
Ülkede herhangi bir büyük şirket hakkında açılacak geniş çaplı herhangi benzer bir hukuki soruşturma elbette ki haber değeri taşır, kamuya gazetecilik görevi gereği duyurulur, işlenir, yorumlanır. Aksi düşünülemez. "Haber öznesi" olan şirket, haklı olarak, "kamusal odak" noktası olur.
Peki, o şirket(ler) medya işindeyse? 90'lı yılların sonunda mali açıdan tam anlamıyla duvara toslayan medya sektöründe yaşananları hatırlayanlar, şu anda da yaşanan sorunun farkında: "Haber öznesi" olan hemen her medya şirketi, kendisiyle ilgili haber, açıklama ve yorumları okuru ve izleyicisiyle paylaşırken, temel meslek ilkeleri açısından sınıfta kalıyor. Halkın önemli bir bölümü ya doğru bilgilendirilmiyor, ya da bilgiden tamamen mahrum bırakılıyor.
Daha da vahimi, medyanın önemli bir bölümü en hayati, demokratik işlevini mezara gömüyor:
Medya, yolsuzlukları, hırsızlıkları acımasızca izleyip ifşa ederek demokrasiye en güçlü katkıda bulunur. Varoluş nedeni budur.
Peki, kendisi şu veya bu şekilde yolsuzluğa bulaşmış olan medya, toplumdaki yolsuzluk ve haksızlıkları başka yerde izlerken inandırıcı olabilir mi?
"Temiz olmayan" hesap sorabilir mi?
Cevabı bellidir.
Elbette, AB Komisyonu'nun son raporunda vurgulandığı gibi, Doğan ile ilgili gelişmelerde görülen "orantısız ceza" riskinin basın özgürlüğü ile ilgisi var. Ama, vergi denetimine tabi tutulan şirket sırf medya şirketi diye, hele ortada sonuçlanması beklenecek bir süreç varken, ortada ciddi iddia ve cezalar varken, sadece "basın özgürlüğü gidiyor" argümanına sığınmak, bağımsız hiçbir gazeteciye yakışmaz.
Basın özgürlüğü hem ahlak ve "temiz"lik üzerine kurulur hem de adil rekabet, çoğulculuk, ve ifade özgürlüğü üzerine. Bunlar bir bütündür.
Hiçbir medya şirketi yasal kovuşturmalardan, vergi denetiminden, usulsüzlükten muaf olamaz. Basın özgürlüğü kanun tanımamak veya dokunulmazlık değildir.
Bunları vurgulamakta, hatırlatmakta yarar var.
Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi ve köşe yazarı Şahin Alpay, geçenlerde Zaman'da yayımladığı (22-26 Eylül), her gazetecinin okumasını arzu ettiğim, bir dizi makalede şunları yazdı:
"Doğan Grubu'nun Türk medyasının ve reklam gelirlerinin yarısından fazlasına sahip olması, çoğulcu ve rekabetçi bir medya ihtiyacımızla kesinlikle bağdaşmıyor. Doğan Grubu'nun medya gücünü nasıl medya-dışı çıkarlarını ilerletmek için kullandığı konusunda zengin bir literatür mevcut. Doğan Grubu, medyada editoryal bağımsızlık denen şeyin; sendikaların, gazeteciler arasında mesleki dayanışmanın kökünü kurutmuştur. Doğan Grubu yayın organlarının Türkiye'de rejimin demokratikleşmesini, sivilleşmesini ve özgürleşmesini destekleyen bir yayın politikası izlediği ileri sürülemez. Doğan'ın bir kızını TÜ- SİAD'ın başına, öteki kızını Uluslararası Basın Enstitüsü'nün (IPI) yönetim kuruluna sokması, çıkar çatışması oluşturur. Erdoğan hükümetinin basına karşı havuç- sopa taktikleri uyguladığı doğrudur, ama AKP iktidarı altında Türkiye'de ifade ve basın özgürlüğü alanında, yetersiz de olsa hayli ilerleme kaydedilmiştir."
"Doğan Yayın Grubu, hükümet üzerinde baskı kurarak, mülkiyet temerküzünü engelleyen ve medya patronlarının kamu ihalelerine girmelerini yasaklayan yasal düzenlemelerin yürürlükten kaldırılmasını sağladı; bundan sonra giderek büyüdü ve medyanın yaklaşık yarısını denetimi altına aldı. Güçlü medya patronları ile hükümetler birbirlerine karşı havuç-sopa taktikleri uygulamaya başladılar. Patronlar kendilerine avanta sağlayan hükümetlere siyasi destek verdiler, aksi halde muhalif kesildiler. Hükümetler de destek veren medya patronlarına avanta dağıtmaya, vermeyenleri de çeşitli yollardan cezalandırmaya yöneldiler..."
"Medya patronları gazetecilerin sendikal örgütlenmesini engelledikleri gibi, ellerindeki medyayı bütün şöhretlerini ve yüksek gelir düzeylerini patronlarına borçlu olan, dar bir yöneticiler ve yazarlar zümresi (ya da bir medya aristokrasisi) aracılığıyla kontrol altına aldılar. Medyada editoryal bağımsızlık dediğimiz şey, yani medyanın meslek ilkelerine göre gazeteciler tarafından yönetilmesi giderek istisna haline geldi. Asıl kararlar patronlar tarafından alınır oldu. Medyayı patronların medya-dışı çıkarları yönlendirmeye başlayınca, meslek ahlakından ve ilkelerinden giderek uzaklaşıldı. Haber-yorum ayrımı gittikçe bulanıklaştığı gibi, gazetecilik mesleğinin ana kaynağı olan muhabirlik de giderek marjinalleşti."
"Medyada patronların bu denli etkin bir konum elde etmelerinde, gazeteciler arasında meslek ilke ve ahlakına, halkın doğru haber ve yetkin yorum alma hakkına değil de, ideolojik nedenlerle devlete ve/veya hükümetlere, maddi nedenlerle patronların çıkarlarına bağlılık kültürünün yaygın olmasının da önemli bir rolü oldu."
"Kamuoyunun serbestçe oluşabilmesi açısından medyada çoğulculuğun ve rekabetin güven altına alınması da çok büyük önem taşıyor. Bugün medyanın yaklaşık yarısının tek bir grubun denetiminde olması, demokrasi açısından kesinlikle kabul edilebilir bir durum değil. Mülkiyet temerküzünü, yani medya mülkiyetinin giderek daha az elde toplanmasını engelleyecek yasal önlemlere şiddetle ihtiyaç var..."
"Medya eksik ve kusurlarını gidermeden demokrasi de eksik ve kusurlarını gideremez, ya da medya adam olmadan demokrasi de adam olamaz."
Alpay'ın yazdıklarında da görüldüğü gibi, medyadaki meselemiz hiç basit değil; binbir yüzü var. Dert çok. Ama en önemli dert sorunlarını aşamayan medyanın tehlikeli gelgitlerini yaşadığımız demokratikleşme sürecini tamamlamayı, ve eksiksiz demokrasi hedefine ulaşmayı "geciktirici" halidir.
Bu ülke tam demokrasiye layıktır diyen herkes, bu sektördeki sistematik ve kronik sorunların giderilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin hükümet tarafından yapılmasını talep etmelidir. Halkımız, demokrasiyi birebir yansıtan bir medyaya layıktır. Her sektörden beklenen "temiz"lik, en başta medyadan beklenmelidir.
Bütün bunları, SABAH gibi demokrasi yandaşı bir gazetenin Doğan'a ilişkin haberleri verirken karşılaştığı -çoğu haksız- eleştirileri; risk ve tuzakları vurgulamak için yazmayı gerekli gördüm.