"Bana kulak ver ki, sana ses verebileyim." Okurumuz Sabri Ayçiçek, faks mesajında, Lübnanlı şair Halil Cibran'ın bu sözlerine yer vermiş.
Şöyle yazıyor: "Gazetemin 30 Eylül günü ön sayfanın tamamını ayırdığı 'Tarihi Uyarı' başlıklı yazıyı okuyunca aklıma bu mısra geldi. Demokratik ve çoğulcu toplumlarda basının yasama yürütme ve yargı dışında dördüncü bir güç olduğunu açıklıkla görmek istiyordum. İşte bu yazıyı dördüncü güç olmanın somut örneği olarak defalarca okudum ve Sabah okuru olmanın gururunu yaşadım. Yazıyı sadece Sabah'ın mektubu değil, 'Türkiye'nin Sesi' olarak görüyorum. Kutlarım."
29 Eylül Perşembe günü saat 14.00'te Sabah'ın birinci sayfa toplantısındaydık.
Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan, "Durum kritik" dedi. "Gazete olarak böyle bir görevimiz de var. Türkiye'deki sağduyunun sesinin kuvvetli çıkması gerek. İlk sayfanın tümünü tarihi bir çağrıya ayırmalıyız."
Sabah'a özgü hareketli bir tartışma raundu ardından Tarihi Uyarı başlığında karar kılındı, metin hazırlandı ve altına Sabah imzası atıldı.
Ülkelerin tarihinde çok önemli günler vardır. Büyük bir dönemeç aşılır, büyük bir kutlama vesilesi olur, büyük bir felaket veya kriz yaşanır...
Böyle hallerde, gazetenin okurlarıyla, halkla özdeşleşip bir ortak ses çıkarması kaçınılmaz hale gelir. Tabii, kendi siyasi çizgisi ve yayın anlayışı doğrultusunda.
30 Ağustos tarihli birinci sayfa, işte böyle bir yaklaşımın örneğiydi. Ve sadece Sabri Bey'den değil pek çok okurdan övgü ve teşekkür topladı.
Başyazı, aslına bakarsanız, gazetecilik açısından çok önemli. Başyazı derken, belirli bir başyazarın imzalı yazısını kastetmiyorum.
Gazetenin kimliğini, varlığını, tavrını ortaya koyduğu, gazete imzalı yazıları kastediyorum.
Maalesef ülkemizde başyazı geleneği bir türlü oturmadı, oturamıyor.
Oysa, demokrasiyi benimsemiş ülkelerde, özgür basında bir başyazı geleneği var.
Okur, gazetesiyle bir kimlik ve kader bağı kurarken, bunu sadece haberlerini beğendiği veya bazı köşe yazarlarına sadakat ve sevgi duyduğu için yapmıyor.
Hassasiyetini, akıl ve hissiyatını da dünyayla paylaşmak istiyor.
Ayçiçek'in "gurur" dediği türden duygular, işte bu "kritik bir anda aynı çizgide buluşmanın" ifadesi.
Başyazılara yansıyan "sesler", görüşler, bir bütün olarak aldığınızda, o ülkenin sivil halkının halet-i ruhiyesini, özlemlerini, kaygılarını, uyarılarını yansıtırlar. Seçenler, seçilen ve yönetenlere, dış dünyaya basın yoluyla böyle seslenirler.
Keşke, başta Sabah gibi akılcı ve özgürlükçü, "merkezcil" gazeteler başta olmak üzere, Türkiye'nin her siyasi çizgisindeki gazetelerde her gün o gazetenin imzasını taşıyan başyazılar yayımlansa...
Türkiye'nin halkı, birbirine daha sükûnetle kulak verebilse...
Demokrasimiz biraz daha pekişir miydi?