Adam bara girip tezgâhın başına oturmuş... Barmene "Bana hemen bir bardak sek viski ver" demiş. Barmen adama viskiyi vermiş. Adam bir dikişte bitirmiş viskiyi ve barmene "Hemen bir tane daha ver" demiş. Bu bardağı da, daha sonra önüne konulan bardakları da nefes almadan dikip bitirmiş. Barmen meraklanmış, "Bir derdiniz mi var ki böyle aralıksız içiyorsunuz" diye sormuş. Adam "Unutmak için içiyorum" cevabını verince barmen "Neyi unutmak istiyorsunuz " demiş. Adam gülümsemiş ve "Unuttum" diye cevap vermiş.
Mümkün mü unutmak?
CHP'nin önseçim yaptığını görünce ümitlenmiş ve "Artık tek seçicilerin merkezden belirlediği isimleri seçmenlerin oyladığı ve buna seçim dediğimiz günleri unutmalıyız" diye düşünmüştüm. Ama olayın devamını görünce ve önseçimlerde bazı isimlerin ne tür düzenlerle engellendiğini görünce, "Galiba hiçbir şeyi unutmamalıyız" dedim kendi kendime. Ve yine 1930'lu yıllara döndüm...
O döneme ışık tutan kitaplardan biri de rahmetli Orgeneral Fahrettin Altay'ın anılarıdır. (10 Yıl Savaş ve Sonrası/ İnsel Yayınları, 1970) Bu kitaptan bir kez daha alıntı yaparak, hiçbir şeyi unutmamamız gerektiğini hatırlatayım.
Mebus aranıyor
1931'de "2'nci Ordu Müfettişi" olan "1'inci Ferik Fahrettin Paşa Hazretleri"ne, şifreli bir telgraf gelir Halk Partisi Genel Sekreteri'nden... Şöyle yazılıdır şifreli telgrafta:
"- Konya'dan bir çiftçiyi mebus yapmak kararındayız. Reisicumhur hazretleri (Atatürk) arzu edilen evsafta bir namzet bulunması işinin bizzat zat-ı devletlerine (Fahrettin Altay'a) havalesini irade buyurdular..."
Org. Altay'ın anılarında, seçilecek "Çiftçi mebus"un nitelikleri şöyle sıralanıyor:
"- Namzet mütegallibe olmamalı, kimsenin adamı olmamalı, az çok arazi ve çift-çubuk sahibi olmalıdır./ Namzet milliyetperver olmalı, her çeşit beynelmilel cereyana aleyhtar bulunacak, gerek Meclis'teki faaliyetinde, gerek meslektaşları ile temaslarında, daima bu vaziyetini muhafaza edecek, mutaassıp olmayacaktır."
Şalvar ve redingot
Şifreli telgrafta Atatürk'ün çiftçi mebus için uygun gördüğü giysiler de şöyle belirtiliyor:
"- Meclis'teki hayatında hal ve vaziyeti ve kıyafeti esas memleketindeki gibi olacak, Meclis içtimalarına ve her yere kasketi, poturu ile gelecek, gündelik hayat ve yaşama tarzını değiştirmeyecek, yalnız merasim günlerinde herkes gibi frak, jaket, redingot giyecektir."
Böyle şartları şifreli telgraftan öğrenen komutan Altay, Vali'ye ve Osmanlı Bankası Konya Şubesi Müdürü'ne falan sorup, aday adaylarını saptar... Ve 1931'in nisan ayında otomobili ile Konya köylerini gezip, milletvekili olacak çiftçiyi aramaya başlar...
Okur yazar olmalı
Ancak şifreli mektuptaki bir şart işi zorlaştırır. Bu şart şöyledir:
"-Yeni harflerle az çok okuryazar olacak ve bu hususta eksikliği varsa, Meclis'teki hizmeti esnasında tamamlayacaktır."
Milletvekilinin seçilerek değil aranarak bulunması sürecinde köylü giysili bir genç Orgeneral Altay'ın yanına gelir ve kendisinin milletvekili olmak istediğini söyler. Altay bu genç köylüye "Yeni yazıyı öğrendin mi" diye sorunca "Öğreniyorum" cevabını alır. Bu cevap üzerine Altay yoldaki otomobilini gösterir... Üzerinde "Konya" yazan plakayı okumasını söyler genç köylüye. Köylü plakaya bakar "Daha o kadarını öğrenemedik" der...
Köylü efendimizdir
Neticede Fahrettin Altay, Konya'nın bir köyünde, isteğe uygun bir aday bulur... Onu Ankara'ya gönderir... O dönemlerde "Efendimiz" olarak nitelenen köylünün temsilcisi Mustafa Lütfi, iki dönem milletvekili olarak görev yapar Ankara'da. Ancak Ankara'ya giderken arkadaşları ona elbiseler diktirdikleri için Meclis'e şalvarı, poturu ile girmez. "Kravatlı, silindir şapkalı rugan ayakkabılı bir centilmen olarak" Ankara'ya gider...
Ne dersiniz... Sözde önseçimle bir şeyler değişmiş mi 1930'dan bu yana? Bir de not düşeyim. 12 Mart 1971 darbesinde Org. Altay'ın anıları "Yasak kitaplar" listesine girmiş ve toplatılmıştı.