Türkiye'de kendilerinin düşünce ve siyaset hayatına yön verdiklerini düşünen bir avuç aydın, zaman zaman içinde bulunulan kısır döngüden çıkmayı da denemelidir.
Bu kısır döngü, günümüze özgü bir yapı değildir.
Çok partili demokrasiye geçtiğimiz ve özellikle Tek Parti CHP iktidarının sona erdiği 1950'den başlayarak, bu kısır döngünün ağları örülmeye başlanmıştır. Bu bir avuç aydın için yurt ve dünya gerçekleri ile ilgilenmek ve bu gerçeklere ilişkin sorunlara eğilmek pek önemli değildir.
Gündemin tek ve önemli maddesi o dönemde kim seçilerek iktidar olmuşsa, o partinin liderinin yani Başbakan'ın söylemlerine laf yetiştirmektir.
Bu Adnan Menderes için de, Süleyman Demirel için de, Turgut Özal için de geçerli olmuştur.
Şimdi de ana uğraş Başbakan Tayyip Erdoğan'ın söylemlerine laf yetiştirmektir.
Onların da işine geliyor
Bu kısır döngü başbakanları da olması gereken siyaset ve mantık yörüngesinden çıkarmaktadır.
Kendilerine laf yetiştirenlere laf yetiştirmek de, seçilmiş başbakanlar için kaçınılmaz bir gerek olarak görülmektedir.
Ayrıca sayısız iç ve dış siyaset sorunları ile uğraşırken ve bir sorunu çözerken en az on tane yeni sorunla karşı karşıya kalan başbakanlar da, kendilerine laf yetiştirenlere karşı laf yetiştirmeyi, gerçek gündemden kaçış ve gündemi yönlendirme fırsatı olarak değerlendirmektedirler.
Örneğin "Suriye sorunsalı" yerine "Muhteşem Yüzyıl"ı tartışmak daha kolay gelmektedir.
Bu arada toplumsal, siyasal ve doğal oluşumlar hükümlerini icra etmektedir.
Demokrasi sayesinde...
Yani karşılıklı laf yetiştirmeler pek bir şey değiştirmemektedir.
Seçmen kitleleri bu kısır döngünün dışında kalmayı başarmaktadırlar.
Eğer bu süreçteki karşılıklı laf yetiştirmeler etkili olsaydı ne Boğaz'a köprüler ve otoyollar yapılırdı, ne barajlar inşa edilirdi, ne köylü toplumdan kentliliğe geçilirdi, ne de Türkiye sanayi ürünleri ihracatçısı bir ülke olabilirdi.
Neticede bu bir avuç aydının önce Tek Parti döneminde sonra da Soğuk Savaş'ta pek ilgilenmediği "Kürt sorunu"na ilişkin gerçekler, seçilmişler tarafından gündeme getirilmiştir.
Ermeni tehcirinin mimarları için Hürriyet Kahramanları olarak anıtlar dikilirken, bu durum da pek ilgi çekmemiştir.
Şairler, yazarlar cezaevlerinde tutulurken kimse bunun kaynağını oluşturan Resmi İdeoloji ile pek ilgilenmemiştir.
Bütün bu demir perdeleri neticede seçilmiş iktidarlar yıkmıştır.
Dön baba dönelim
Ceza Yasası'nın 141 ve 142'nci maddelerini Özal kaldırmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkını Özal getirmiştir.
Avrupa Birliği'ne tam üyelik başvurusunu Tayyip Erdoğan yapmış, Kürtçe onun iktidarında yasaklı dil olmaktan çıkmıştır.
Ama şimdi kısır döngünün gereği olarak Erdoğan "Kuvvetler ayrılığına karşı olan siyasetçi" veya "Uludere'nin sorumlusu başbakan" olarak sunulmaya çalışılmıyor mu?
Herhalde Erdoğan da bunlara karşı gerçek gündemle ilgisi olmayan yeni polemik konuları üretmeye çalışmaktadır şu anda...
Kısacası düşünce hayatımız "Dön baba dönelim" döngüsünden pek çıkamamaktadır.