Değişim sade yaşam koşullarımızı ve çevreyi eskisinden farklı kılmakla kalmıyor.
Değer ölçülerimiz ve algılamalarımız da değişiyor. Örneğin binlerce yıl insanlık tarihini en fazla etkileyen elma Hz. Adem'in cennetten kovulmasına sebep olan "Elma" değil miydi? Derken yeni zamanlar ve müspet ilimlerin çağı geldi.
Bu dönemden sonra insanlık için en etkili elma, Newton'un başına düşüp yer çekimi kanunlarının farkına vardıran "Elma" oldu.
Şimdi de "Bilişim Çağı"ndayız ve etkisi sınırları aşan en değerli "Elma" Steve Jobs'un elması (Apple) değil mi?
Bunun gibi "Yaşlılık" algılaması da değişiyor.
Dün Ankara Üniversitesi Yaşlılık Çalışmaları Merkezi Müdürü Prof. Emine Özmete, AB ülkeleri ile Türkiye'de aktif yaşlanma üzerine yapılan araştırmanın sonuçlarını Anadolu Ajansı'na açıklamıştı.
Erken mi yaşlanıyoruz?
Buna göre Avrupa ülkelerindeki algılamaya göre "Yaşlılık" 64 yaşından itibaren başlıyormuş.
Prof. Özmete Türkiye'deki yaşlılık algısı konusunda şu bilgileri vermiş:
"- Türkiye'de toplumun yüzde 41'i yaşlılığın 51-60 yaşlarında başladığını düşünmekte. Buna karşı 61-70 yaş arasında yaşlılığın başladığını düşünenlerin oranı yüzde 23'e düşüyor. Ortalamaya bakıldığında ise yaşlanma yaşı Türkiye'de 58, Avrupa'da ise 64 olarak algılanıyor."
Bu değerlendirmelerin ifade ettiği gerçek ortada...
Türk toplumunun genel bakış açısına göre "Yaş 70/ İş bitmiş" söylemi bir gerçeği ifade etmekte.
Bu gerçeği en fazla esnaftan alışveriş ederken görmez miyiz?
Manavların gözlemleri
Hiç bilmediğiniz bir semtteki hiç tanımadığınız bir manava gidin.
Size şöyle bir bakar ve algıladığı yaşınıza göre size "Amca"dan "Baba"ya ve "Teyze"den "Anne"ye uzanan yelpazedeki sıfatlarla hitap edip, hizmet verir.
Olduğundan daha yaşlı görünen bir hanım tanıdığımız "Turfanda" kavramının geçerli olduğu dönemde, manav tezgâhında turfanda havuç görünce manava "Şundan bir kilo ver de anneme yemek yapayım" demiş.
Bıçkın manav bu hanıma şöyle bir bakmış ve "Ay senin annen de mi var" diye tepki göstermiş.
Tabii ki Türk toplumunun yaşlılık olgusuna bakış açısı da değişecek. Çünkü Türkiye'de doğum oranı düştükçe yaşlılık da artıyor. Prof. Dr. Özmete'nin açıklamasının bir önemli bölümü de şöyle:
"- Bilimsel açıdan bir ülkede yaşlı nüfus oranı yüzde 7-10 arasında ise o toplum yaşlı toplum olarak ifade edilmektedir. Türkiye'de yaşlı nüfus oranı yüzde 7.1. Yani Türkiye hızla yaşlanan bir toplumdur.
Neticede o bıçkın manav da şimdi herhalde 60'lı yaşlardadır ve herhalde "Babamın öldüğü yaştayım" şarkısını gözyaşı dökerek mırıldanmıyordur.
Medyanın görevi
Yaşlılığın algılanmasında medyanın üzerine düşenleri hatırlatan Prof. Emine Özmete "Bu algının değiştirilmesi için medyada özellikle üretken ve aktif yaşlı modellerinin yer alması gerekiyor. Aktif yaşlanmayı başarmış olan rol modellere sıklıkla yer verilmeli" demiş. Ve şöyle devam etmiş:
"- Aslında yaşlılık çocukluk ve gençlik gibi bir yaşam dönemidir. Daha erken dönemlerde bireyler ne kadar aktif bir yaşam biçimi benimsiyorsa, üretken yaşıyorsa, bu yaşlılık dönemine de yansıyacaktır.
Böylece bireyler yaşlılığı bilgelikle karşılayacak ve bu döneme uyum düzeyleri de yüksek olacaktır."
Yaşlı olarak görülmek özellikle kadınlar için ana mutsuzluk sebeplerinden biridir.
Genç ihtiyarlar
Uzun yıllar önce yaşı anneme eşit olan bir aile dostumuz anneme saygısının ifadesi olarak "Teyze" diye hitap edince annem sinirlenmiş ve "Teyzen seni yesin" diye tepki göstermişti.
Son söz olarak şunu söyleyebilirim.
- Akıl gerçekten yaşta değil baştadır. Nice 20 yaşındaki düşünce ihtiyarlarının ve 80 yaşındaki düşünce delikanlılarının var olduğu bir dünyada, yüz hatlarına yansıyan yer çekimi etkilerinin artmasına değil, beyinlerdeki tazeliğe önem vermekte sayılamayacak kadar çok yarar vardır.