Arkadaş olduğumuz bir Güney Kore basın ataşesi vardı Ankara'da. Adı Song'du...
Bana hayat hikâyesini anlatmıştı.
Kore Savaşı başladığında (1950) bir köydeki ortaokulda İngilizce öğretmenliği yapıyormuş.
Bir gün köye bir Amerikan birliği gelmiş. Yakındaki bir bölgede bulundukları ihbar edilen Kuzey Koreli askerleri arıyorlarmış.
Köyde tek İngilizce bilen bizim Song olduğu için, onu çevirmen olarak seçmişler.
Amerikan birliğinin komutanı Song'a hedefledikleri bölgeye nasıl gidebileceklerini ve bölgeyle ilgili sorular sormuş.
Ne var ki Song ne komutanın sorularını tam olarak anlamış, ne de ona cevap verebilmiş.
Meğer bilmiyormuş
Olayın devamını şöyle anlatmıştı Koreli arkadaşım:
- O gün anladım ki ben İngilizceyi bilmeden İngilizce öğretmenliği yapıyormuşum. Bu olaydan sonra öğretmenlikten istifa edip Seul'e gittim ve yeniden dil bilimleri enstitüsüne girdim.
Mr. Song'u neden hatırladığıma gelince...
İtalya'daki "Gladyo" soruşturmasının savcısı Felice Casson'un konuşmasını Türkçeye aktarırken bunu başaramayan çevirmenlerin haberlerini okumuşsunuzdur.
Haberi kaçıranlar için hatırlatayım.
Çeviri krizi çıktı
"Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu" ile "Türkiye Adalet Akademisi" tarafından, özel yetkili hâkim ve savcılar için düzenlenen eğitim seminerinde konuşan savcı Felice Casson, hâkim ve savcılara deneyimlerini aktarırken simültane tercüme yapan iki çevirmenin zorlanmaları üzerine, simültane çeviriden vazgeçildi.
Çevirmenlerin Casson'un yanına oturarak çeviri yapması istendi. Casson'un yanına oturan çevirmenler İtalyan savcının "Kısa kelimeler kullanması halinde çeviri yapabileceklerini" söylediler.
Ancak yine de aksama olunca çevirmenlerden biri "Lütfen kusura bakmayın" diyerek salonu terk etti.
Çevirmenin gözyaşları
Salonda kalan diğer çevirmen ise Casson ve dinleyicilerden özür dileyerek, Ankara Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı öğrencisi olduklarını, konuları bilmemelerine rağmen okuyarak geldiğini ancak yine de yeterli olamadıklarını söyledi. Öğrencinin gözyaşlarını tutamaması üzerine Casson, genç kıza su vererek yatıştırmaya çalıştı. Bu sırada, dinleyici hâkim ve savcılar da genç kızı alkışlayarak teselli etti.
Meğer Ankara'da İtalyanca dilinden simültane çeviri yapabilen yalnızca 8 kişi varmış ve bu kişiler de yurtdışında oldukları için toplantıya iki öğrenci davet edilmiş. "Yabancı dil bilmek" meselesi böyle bir şey işte.
Önemli olan nedir?
1950'li yıllarda ünlü bir siyasetçinin 5-6 dil bildiği yazılıp söylenirdi.
O siyasetçinin dil bilgisinin enginliği hakkında babama ne düşündüğünü sormuştum.
- Önemli olan çok dil bilmek değil o dillerden birinde anlam ifade eden akıllı sözler söyleyebilmektir, diye cevap vermişti.
Casson'un hukuk terminolojisi ağırlıklı konuşmasını çevirmekte zorlanan öğrenci gençler bu yüzden kendilerini üzmek yerine, "Bu konuşma Türkçe yapılsaydı bunu tam olarak anlayabilirler miydi" konusuna eğilmeliydiler.
Çok yetişmiş olarak gördüklerimizin hukuk söz konusu olduğunda Türkçede bile nasıl zorlandıklarını görmüyor muyuz?
Kedilerin diyalogu
Yabancı bir dili öğrenmek mümkündür.
İki kedi karşılaşmışlar... Bunlardan bir diğerine "Miyav, miyav" diyecek yerde "Hav, hav" diye seslenmiş.
Diğer kedi şaşırmış ve "Neden herkes gibi miyav, miyav demiyorsun" diye sormuş ona.
- Bu zamanda herkes bir yabancı dil biliyor artık, diye cevap vermiş "Hav hav" diyen kedi.
İşte böyle bir şeydir yaşam...