Güzel bir yaz akşamı mehtap altında denize karşı hiç konuşmadan oturan çiftin kadını, erkeğe sormuş:
- Öyle derin derin ne düşünüyorsun?
Erkek buğulu bir sesle cevap vermiş:
- Senin düşündüğünü düşünüyorum.
Bu cevabı duyan kadın "Terbiyesiz" diye bağırıp, erkeğe bir tokat atmış.
Aslında hayatın her alanı böyle değil midir?
İnsanlar kendileri için hak olarak kabul ettikleri olguları başkalarında görünce sinirlenir ve o başkalarını "Hırsız", "Ahlaksız", "Kural tanımaz" diye nitelemezler mi? Örneğin muhalefetteyken bile kendi partisi içindeki eleştiren seslere tahammül edemeyen politikacı, iktidarı tahammülsüzlük ve hoşgörüsüzlükle ne kadar kolay suçlar.
Siyasete farklı boyutlardan da bakabilen ve gülmeyi de hiç ihmal etmeyen rahmetli Turan Güneş'i bugünlerde yine özlediğimi hissediyorum. Turan Güneş'le 12 Eylül öncesi yaptığım "Politikada Çeyrek Yüzyıl" başlıklı söyleşide, 1980'lere gelirken Türk siyasetini geren CHP-AP gerginliğini şöyle yorumlamıştı:
* Demokratik düzenin yaşayabilmesi için bütün siyasal partilerin veya toplum içindeki sosyal sınıfların bir arada yaşama ve düzenin temel kurallarını kabul etme durumları vardır. Fransız anayasa kuramcılarına göre "Vatandaşlar kendilerini ayıran nitelikleri ile değil birleştiren nitelikleriyle temsil edilirler." Bu birleştirici unsur tabii ki devlettir. Bunun pratikteki uygulaması şöyle. Bir hükümet veya bir devlet örgütü beğenilmeyebilir. Fakat meşruiyeti tartışılmaz.
* Bir Fransız komünisti bir sağcı yazarı vurmayı aklından geçirmez. Ya da bir sağcı parti, komünistleri öldürmeyi düşünmez. Bu onların birbirlerini beğendikleri anlamına gelmiyor. Ama birbirlerini toplum içinde meşru sayarlar.
* Zannediyorum ki, bugün Adalet Partisi de, CHP de birbirlerini meşru görüyorlar. Ancak AP devamlı seçmen karşısında CHP'yi gayri meşru duruma düşürmek istiyor . "En büyük tehlike komünistliktir. CHP komünistleri desteklemekle komünizme kayıyor" diyerek, CHP'yi sosyal meşruiyet sınırının dışına itmek istiyor.
1980 öncesinde "Komünizm Tehlikesi" vardı. Şimdi ise birileri AK Parti'yi "Şeriat Tehlikesi" ni kullanarak "Sosyal meşruiyet" sınırları dışına itmek istemiyor mu dersiniz? Bu noktada da AK Parti, "Tek başına iktidar" olmakla, "Tek parti iktidarı" olmayı karıştırıyor galiba..
Açıyorum Tek Parti CHP'nin organı Hakimiyeti Milliye'nin 1931'deki 29 Teşrinisani'de yayınlanan Falih Rıfkı imzalı başyazısını. (Bu yazı F.R. Atay'ın "Eski Saat" kitabında da var):
- Hiç şüphe etmeyiniz, Bütün bu muhalif gazeteciler, hepsi bir kelime ile alçaktırlar. Balkanlar'dan Amerika'nın öbür ucuna kadar böyle mahluklar, casus ve baba katili gibi, en iğrenç mücrimlerle bir sıraya konulur ve şahsi hürriyetleri bile kendi ellerine teslim edilmez. Biz ise gazete denilen müesseseyi teslim etmişiz.
Ne dersiniz? Epeyi ileri gitmişiz değil mi demokratik siyaset yolculuğunda? Kendisi gibi düşünmeyenleri "Alçaklar" olarak görmek, bize 1930'lardan kalan miras değil mi?