"Beni daha tanımıyorlar" diyor genç adam; "hepsini öyle bir şoklayacağım ki, akılları duracak."
Neye kulak misafiri olduğumu kestirmeye çalışıyorum.
Dizginlemeyi hiç düşünmediği, hatta neredeyse gurur duyduğu bir hırsla konuşuyor: "İntikam soğuk yenen yemektir, sonra göreceksiniz."
Onu dikkatle dinleyen iki arkadaşına göz atıyorum; bu sözlere hiç şaşırmamış görünüyorlar.
Genç adam bu arada "oğlum sen küçük meselelerle uğraşıyorsun, böyle bir halt olmazsın" türünden laflarla arkadaşlarını sarsmayı da ihmal etmiyor.
Neden sonra anlıyorum; meğer işten, işyerlerinden, çalışma hayatlarından söz ediyorlarmış.
Nitekim öğle tatili sona erince yerlerinden kalkıp biraz ileride yükselen görkemli plazaya doğru yürüyorlar.
Arkalarından bakıyorum. Az sonra toplu bir kavgaya karışacakmış gibiler.
Keşke toplumsal acılarımız çarçabuk dinse, keşke güncel politikanın anaforundan çıkabilsek...
Çünkü konuşmamız gereken başka şeyler de var.
İş, aş, aşk, aile falan derken, tek tek hayatlarımızda zorlanıyoruz. Gündelik hayatın hırı gürü hakkında masaya yatırmamız gereken konulara bir türlü sıra gelmiyor.
Şu modern iş hayatı mesela...
Beyaz yakalıların çoktan kararmış ruhları yani...
Biliyorum, yığınlarca genç insan o hayata dahil olabilmek için işyeri kapılarında çırpınıyor ama şansı olup da o hayata dahil olanların psikolojileri de berbat!
İşyerlerinin pembe ambalajlarını açınca bitmez tükenmez bir tatminsizlik, hayal kırıklıkları ve "ayakta kalmak" için sürekli didişme ortamı çırılçıplak ortaya çıkıveriyor.
Mesai saati denilen şey kirli bir zaman dilimi sanki ve bittiğinde bile o kir insanı terk etmiyor.
Olacak şey mi? Nasıl buraya geldik?
Uzun yıllar pek gösterişli şirketlerde yöneticilik görevlerinde bulunmuş bir ahbabımla laflıyorduk geçen gün.
Konuyu ona açtım.
"En kötüsü ne, biliyor musun?" dedi; "yeni çalışma konseptleri insanların arkadaş olmasını önlüyor. İşyeri dostluğu ya da biz bir aileyiz gibi lafların hepsi yalan!"
Nasıl bakmışsam ona, ifademe uzun uzun güldü.
Sonra eve döndüm ve gece boyunca işyeri psikolojisi üzerine yeni kuşak bilimsel makaleleri karıştırdım.
Meğer bazı davranış bilimciler ofis karakterlerini şöyle adlandırmaya başlamışlar bile; "keskin nişancılar", "yeraltı savaşçıları", "şövalyeler", "boksörler" vd.
Şaka gibi ama değil.
Sonra da "niye ruhumuz hiç yatışmıyor?" diye sorup duruyoruz; "neden maneviyat hakkındaki fikirlerimiz bile süsten öteye gitmiyor?" diye dertleniyoruz.