Görüntüler iğrenç...
İnsan, izlerken insanlığından utanıyor!
Maç saatini bekleyen Eindhoven taraftarlarının Madrid'in orta yerinde dilencilere (bir iddiaya göre mültecilere) para fırlatıp şınav çektirerek eğlendikleri görüntüleri kastediyorum.
Para fırlatmaya doyamayan kılık kıyafeti pek müreffeh birkaç adam ayrıca üzerinde durmaya değer tabii.
Bir de olup biteni sırıtarak "unutulmaz Madrid hatırası" olarak videoya çekenler var ki, feci.
Ama bir dakika!
Bu tablonun ortaya serdiği alçaklığı istisna zannediyorsanız...
"Üç beş kendini bilmezin çirkinliği" diye düşünüyorsanız...
Yanılıyorsunuz.
Biliyorum, daha ilkokul seviyesinden başlayarak öyle bir kültürel bombardımana tabi tutuluruz ki, gözümüze sanki her Alman biraz Goethe, her Hollandalı Van Gogh, her İngiliz Shakespeare gibi görünür.
Oysa sıradan bir Batılı fena halde "vasat"; kibir duygusu şişirilmiş, açık ırkçılığını örtmeyi zar zor becerebilmiş bir tiptir.
Sonunda ne olur?
İşte bu olayda da gördüğümüz gibi aşırı alkol ve topluluk dayanışması (sürü duygusu) içlerindeki barbarı bir anda dışarı vurur.
Futbol maçları için yurtdışına gidenler bu gerçeği yakından bilirler. Benim hafızamda böyle dolu olay var.
Pekala...
Pırıl pırıl bir güneşin ısıttığı Plaza Mayor'da olanlara biraz daha yakından bakalım...
O gün Eindhoven taraftarları Batılı insanla yabancılar (mülteciler, marjinaller, vd.) arasına bir kez daha ve kalın hatlarla bir "sınır" çizdiler aslında.
Malum, yabancıya çok yaklaşmak (sınırın aşılması) ırkçıda iğrenme duygusu doğurur.
Belli ki, para fırlatmak iki şeyi aynı anda becermiş.
Birincisi, bu yolla dilenciler uzakta tutulmuş. Yani sınırı geçmelerine, dolayısıyla tiksinti yaratmalarına izin verilmemiş.
İkincisi, hemen oracıkta "sahnedeki soytarılar" ve "muktedir izleyiciler" ayrımı inşa edilivermiş.
Görüntüleri defalarca izledim.
Dikkatimi çeken şey muazzam bir "boşluk"tu.
Merhamet boşluğu, ahlaki boşluk...
Ne ad koyarsanız koyun ama atmosferde manevi bir boşluk olduğu kesindi!
Çok şükür ki, biz o "muasır medeniyet seviyesi"ne gelmedik, inşallah gelmeyeceğiz!
Ama bütün bunlara bakıp kendimizi pohpohlayıp durmak doğru mu, hiç emin değilim.
Arada dönüp sormalıyız: Acaba biz nerelerde kendimizi (değerlerimizi) kaybediyoruz? Alın size bir sorgulama örneği...
İnsan nasıl uyduruk can yeleği imal eden bir işadamı olur? 20 kişilik teknelere 70 kişi dolduran tekne sahipleri yaptıklarını yoksulluk ve ihtiyaçla açıklayabilirler mi?