Ergeniz. Popüler kültür büyümemize izin vermiyor. Geçmiş silinip gitsin fakat gelecek de hiç gelmesin istiyoruz. İhtiyarların sıkıcı, bizden daha gençlerin sevimsiz olduğunu düşünüyoruz. Tencere yemeklerini bile ayaküstü yiyip bitiriyor, bir yerden bir yere hemen gitmek istiyoruz. Yaptığımız ne varsa, özenti ve taklitle şekilleniyor. Hissettiğimiz ne varsa, endişeye bulanmış. Araştırıp öğrenmeye mecalsiziz, ezberlere sığınıyoruz.
Neşemiz yok, alaycılık ve patırtılı eğlenceyle idare etmeye çalışıyoruz. Sonra da birbirimize "ergen ruhlu" diye kızmamızın alemi var mı? Yine de bir "ruh" kalmış geriye. Ona da şükür!
***
Hayal kırıklıklarımız bile değişti. Artık hepsi "
aşırı yemenin üzerine gelen şişkinlik ve hazımsızlık!" (Ian Craib)
***
Bizimki yaşamak değil koşmak! O yüzden yavaşlayan veya azıcık duranlar çok acayip bir şey yaptıklarını sanıyorlar. Bir tür imtiyaz gibi... Oysa binlerce yıl boyunca atalarımız
sadece kaçmak veya yakalamak için koşarlarmış. Bizim kovaladığımız ne? Neden kaçıyoruz? Bilen var mı?
***
Hayatımızı değiştirmeye hayat tarzlarımızı terk etmeye cesaretimiz yok, belki çare olur diye, "
psikolojimizi" değiştirmeye çalışıyoruz. Uyanıklığa bakın hele!
***
Geçerken uğrayacaktım, vazgeçtim. Çünkü anladım ki, uğrarsam
geçemeyeceğim!
***
Uçsuz bucaksız bir ovanın kıyısında durup etrafa bakıyorum. Çıt çıkmıyor. Tam "
sessizlik ne güzel!" diyecekken, buraları bilen arkadaşım artık kuş cıvıltısının olmadığını çünkü ağaçlar kurumaya başlayınca kuşların da bölgeyi terk ettiğini söylüyor. O zaman kafama dank ediyor; tabiatın orta yerinde bile
tabii olmayan sessizlikler var. Kim demişti hani: "
Sessizlik bir asit yağmuru gibi üzerimize yağıyor." Tam öyle!
***
Koloni kelimesinin antik çağdaki köklerine baktığımızda karşımıza "
çiftlik" çıkıyor. Roma şehirlerinin beslenmesi için kurulan tarım alanları...
Kolonyalizm bu köke manidar bir gönderme olarak gerçekleşmiştir. Çünkü bir coğrafyayı "babasının çiftliği gibi" kullanmaktır. Fakat bana sorarsanız, kolonyalizmin bugüne yansıyan etkilerini doğru anlamak istiyorsak, çiftlik sahibinden çok
yerli kahya karakterine odaklanmak gerekiyor.
***
Perşembe günkü yazımı şu sözle bitirmiştim: "
Bedenimiz değil ama zihnimiz kolonileştirildi." Yanlış anlaşılmasın. Bu cümledeki
"beden" somut Anadolu coğrafyasıdır. Yoksa şu fakir bedenlerimiz de kolonileştirilmek için az hırpalanmamıştır! Sevgili
Süheyb'in (Öğüt) önerisine uyarak, Süleymaniye'de 5 Şubat 1932'de "Ey, ulu Tanrı" diye başlayan hutbeyi okuyan
Sadettin Kaynak'ın fraklı bedenini tahlil ederek bu süreci anlamaya başlayabiliriz.