Cumhurbaşkanı adayını belirlerken sosyologlara danışacaklarmış.
Kılıçdaroğlu öyle söyledi.
Önce güldüm, sonra içimden "yahu toplumbilimcileri bırakın da bir kerecik topluma sorun!" diye söylendim.
Muntazaman askere sordular, en çok askeri tercih ettiler. Sık sık yüksek yargıdan görüş aldılar; bürokrasinin adayını öğrenmeye hassasiyet gösterdiler. Sermayenin beğenmediği bir aday gösterdiklerinde durup geri adım attılar.
Şimdi köşeye sıkıştılar, çünkü Cumhurbaşkanını halk belirleyecek ve halkın dönüp bakmadığı bir aday önermek istemiyorlar.
O yüzden halkın ne istediğini bilse bilse sosyologlar bilir fikri üzerinde duruyorlar.
İyi de zaten partinin her köşesinde birer sosyolog, Parti Meclisi'nde ise merkez medyamızın gözünde pek anlı şanlı sosyal bilimci akademisyenler var.
Nasıl oldu da, bu uzmanlar yerel seçimlerde yüzde 34-38 bandında oy alacaklarına hem seçmenlerini hem de partilerini inandırdılar?
Oturup önce bunun hesabını sormak gerekmez mi?
Bunlar nasıl sosyolog!
"Muhalefeti eleştirmeye bıkmadın mı?" diyenler çıkacak yine.
Yazdıklarımı "muhalefet eleştirisi" sanıyorlar. Problem daha oradan başlıyor.
Oysa mesele CHP değil.
Mesele bir toplumsal- kültürel sınıf ve onun zihniyeti.
Sınıf ve grup davranışlarıyla birlikte tek tek kişilerde bu zihniyetin nasıl zuhur ettiği beni ilgilendiriyor. Yazılarımda onları irdeliyor, siyasete olduğu kadar hayata bakışlarını da sorguluyorum.
Kimisi akrabam, kimisi ahbabım, hemen hepsi çok yakından tanıdığım insanlar...
Fakat kendimi kandıramam.
Şu anda karşımda gördüğüm şey naiflik falan değil, muazzam bir pragmatizm.
Kaybedeceğini anladığında halka "çinko eksikliği" teşhisi koyuveren, kaybedince de "sizi gidi makarnacılar" deme terbiyesizliğini sürdürenler...
Şimdi önlerinde bir seçim daha olduğu gerçeği kafalarına dank edince...
Ne yapsak da şu "cahil ve bodur"lar kalabalığının gönlünü çalsak hesabına girişiverdiler.
Onların derdi de bu. Sosyoloji falan değil.