Hatırlayacaksınız...
Geçen hafta bizim yetişkinlere özgü "pırıl pırıl gençlik" masalından söz etmiştim...
"Pırıl pırıl gençlerimize baktıkça memleketin geleceğinin de parlak olduğuna inanıyorum" sözlerinin iyi niyetli kofluğundan dem vurmuştum.
Onca parlak kuşak gelip geçmişti de, neden beklenen "parlak gelecek" bir türlü gelmemişti?
Malum, bu yaklaşım aslında 20'nci yüzyılın ilk yarısında pek çok toplumda revaçta olan totaliter bir projenin; "gençlik inşa etme" siyasetinin zihinsel tortusudur.
Ama işin o yanını bırakalım şimdi..
Biraz da..
Günümüz gençlerine yöneltilen eleştirel, hatta fena halde horlayıcı bakışı kurcalayalım.
***
1980 sonrası gençliğinden hep burun kıvırılarak söz edilir.
Gazeteci ağabeyler, entelektüeller, tecrübeli büyükler...
Yerden yere vurur gençliği!
Neymiş, apolitiklermiş!
Neymiş, kafaları tın tınmış, akılları fikirleri markadaymış!
Dikkat ediyorum,
2000'lerin gençliğinden söz edilirken bu eleştirel tavır gitgide aşağılama halini aldı.
Eleştirilerde haklılık payı yok değil ama bu üslup neyin nesi!
Üstelik gençler kendi kendilerine bu noktaya gelmişler gibi..
Sanki bugünün gençleri çok derin ve global bir değişimin parçası değillermiş gibi üzerlerine çullanıyoruz...
Biz yaşını başını almış koca adamlar
kendi gençliğimizin hiç problemleri yokmuş, sanki o dönemin bütün gençleri filozofmuş gibi afra tafralar içindeyiz...
Öyle uyduruk gerekçelerle kızıyoruz ki bugünün gençlerine...
Dışarıdan bakan güzel bir ayakkabı, şık bir tişört hayal etmenin insanlık suçu kabul edildiğini sanır.
***
Son yıllarda birçok üniversite öğrencisini yakından tanıma fırsatım oldu.
Zekâları müthiş.
Algıları güçlü,
farkındalıkları çok yüksek.
Yetenekleri göz kamaştırıcı.
Ama
geyikten öteye gitmeye niyetleri yok!
Çünkü
hepsi müfredat yorgunu...
İlkokuldan beri bitmez tükenmez sınavların hapishanesinde çile çekiyorlar...
Hem okulda hem hayatta başarılı olma mecburiyeti etraflarında bir ateş çemberi oluşturmuş, dışarı çıkamıyorlar.
O çemberi tutuşturanların başında da anne babaları geliyor.
68'li, 78'li pek politik, pek kültürlü, pek idealist anne babaları yani..
Bu anne babalar akşamları
gerçeklerle ilgisi çoktan kopmuş politik bir romantizm içinde kendi gençliklerini anlatıyorlar çocuklarına; gündüzleri ise
"aman kızım, aman oğlum, sen memleketi boş ver, dersine bak" diyerek okula göndermeyi ihmal etmiyorlar.
Okula gelince...
Allame-i cihan havasındaki birçok hoca, öğrencisi biraz derin, biraz kavramsal bir soru yönelttiğinde, soruyu "
sen dersine bak, sınav zamanı geliyor" diyerek geçiştiriyor.
Yalan mı?
Bütün bunlar yalan mı, söyleyin.
***
Sonuç şu..
Bugünün gençlerini pırıl pırıl görmek de...
Onları bezgin, boş, kayıp bir kuşak olarak değerlendirmek de...
Gerçeklerle uyuşmuyor.
Hem zaten biz onları tartalım, değerlendirelim, sırtlarına taşıyamayacakları yükler koyalım derken...
Gençlikleri geçiveriyor.