Yine aynı şey oldu...
Denizin birden karşımıza çıktığı Güvercinlik'i görmemiş gibi yaptım...
Yine her virajda aklım sağ tarafımdaki arşipel mavisinde kaldı... Yine Torba kavşağına geldiğimizde bir anda ilkyazı, güneşi, tatili unuttum; talihsiz trafik kazalarını ve kaybettiğimiz sevdiklerimizi hatırladım...
Kasabanın beyaz evlerinin, limandaki teknelerin ve tarihi kalenin muhteşem bir peyzaj oluşturduğu o tepede yine nabzım yükseldi, yine içimden "iyi ki geldim" diye geçirdim...
İlk kavşakta sola sapıp çarşıdan geçerken o cıvıl cıvıl ortam yine içimi şenlendirdi...
Daha marina yoluna girdiğimiz sırada "Gemibaşı restoranda oturup balık çorbası içsek, gecenin bir bölümünü Cuba'da bitirsek, hemen yarın Gümüşlük'e fırlayıp gitsek, küçük körfezin kıyısında günü batırsak, Acquarium'un fener kavurmasını tatsak" diye planlar yapmaya başladım...
Anlamışsınızdır, Bodrum'dan söz ediyorum.
***
Malum, çok yazdım çizdim bunu; 90'ların ortalarından başlayarak hayatımdaki
"Bodrum yazları" defterini kapatmıştım.
Bodrum'un
hızla derme çatmalaşan mimarisi ve
yapış yapış bir karakter alan sosyal atmosferinin bunda payı vardı elbette.
Ama belki de bu kararımda esas etkili olan değişen hayatım ve arayışlarımdı.
Bodrum benim için sabahtan akşama kadar ölümüne sızıp yatan; ayık anlarında da sürekli yalan söyleyen bir sevgili olup çıkmıştı sanki!
En iyisi yollarımızı ayırmaktı.
Mavisini, beyazını,
ilkyaz ve
sarıyazdaki havasını hiçbir şeye değişmezdim ama ne yapalım, kader yazısını böyle yazmıştı!
Sonra uzun aralıklarla
Bodrum'a her gittiğimde başka bir heyecan, başka bir merakla yaklaştım ona...
Sürekli kasabanın bugünüyle geçmişini kıyaslamaktan, bir yandan da
anılarımı kurcalamaktan kendimi alamadım.
***
Geçen hafta
Bodrum'daydım.
Üç harika gün geçirdim.
Bunda birlikte gezip eğlendiğimiz, bol bol muhabbet ettiğimiz dostlarım
Umur'un (Talu),
Nebil'in (Özgentürk) ve bir geceliğine uğrayan
Ünal'ın (Ersözlü) büyük payı var.
Fakat sakın bu üç güzel günde Bodrum'un payı ne kadar, diye sormayın!
Yanlış şeyler söylemek istemem.
Dikkatimi çeken şey şu...
Bodrum yıllar içinde çok ama çok değişti.
Peki hiç gelişti mi?
Buna "evet" cevabı vermek, o kadar zor ki!
Hâlâ en keyif aldığımız şey
Torba'yla Türkbükü arasındaki ağaçlıklı yoldan geçmekse...
Hâlâ 20 yıl önce olduğu gibi
Torba'da ara sokaklardaki çılgın begonvillerin, mor salkımların, duvarlardan dışarı sarkan hurma ağaçlarının varlığına sığınıyorsak...
Çevresine milyon dolarlık villalar yapılan yollar hâlâ delik deşikse...
İyi müzik hâlâ
Mavi Bar ve
Marina'dan başka bir mekân bulmakta zorlanıyor, eğlencenin seviyesi gitgide düşüyorsa...
Dağlara taşlara doldurulan sitelere baka baka beyaz renk insanda aşırı dozdan zehirlenme etkisi yapıyorsa...
Buna gelişme denebilir mi?
Bu gerçekten
"iyilik güzellik" olabilir mi?